arada bir yapmak iyidir

0 yorum

 

Burada uzun zamandır yeni şeyler yok. 2007 senesinden bu yana eskimiş, tozlanmış, renkleri solmuş ve genç bir adamın samimi heveslerinin izlerini taşıyan el yazmalarından müteşekkil bir sahaf kokusu sinmiş sanki. İnsan kendi gençliğine bu kadar mesafelenince de onun metinlerini biraz da buruk bir merakla, başka bir elden çıkmış gibi, mesafeli, karıştırabiliyor. Gömdüğü cevizlerin yerini unutan bir sincabın seneler sonra sebep olduğu o ağacın dallarında dinlenmeye çekilmesi gibi bir his belki de.

Sayfanın ilk kurgusunu yaparken sol tarafta alt alta gelecek şekilde olmasını istediğim “iyi linkler” sergisinin de böyle bir etkisi oldu bende. Geçenlerde bir bir tıklayıp varlıklarını sorgulayıp güncellemelerini merak ettiğim bu iyi linklerin teker teker yok olmaya başladığını görünce, artık var olmayan linklerin vakti zamanında neden o seçkide yer aldığını neye karşılık geldiklerini yazmaya karar verdim. Aşağıda bahsi geçecek olan bu linkleri ise sol frameden kaldırmak istemedim ancak yanlarına da birer “şöyle böyle” işareti koyarak mimledim. Bu açıklamaları yaparken ise şaşırtıcı bir şekilde bazılarına dair hiçbir hatıramın kalmadığını farkettim ve mecburen bazı internet araçları kullanarak hafızamı tazelemek durumunda kaldım, bu çabalarımı da ayrıca paylaşıyorum. Özetle, işte “iyi linkler”in güncellemesi ve onlardan düşüp yerde kalanlar ya da kalkıp devam edenlerin hikayesi:

 

Anarkotopya.com sitesinin Wayback Machine arşivinden bulabildiğim son sayfasına göre 26 Mart 2010 senesinden sonra bir güncellemesi yok. Kasım 2015 ile Nisan 2016 tarihleri arasında ise site bakım aşamasında görünmekte ve bundan sonraki tarihlerde ise herhangi bir girdi bulunmuyor. Site, Anarşist ve Radikal teori üzerinde seçme paylaşımlar, kitap ve aforizma seçkileri içeriyordu, faydalandığım, emek yoğun bir siteydi. Ainfos.ca sitesine göre Bitlis’te yaşayan anarşistlerin kurduğu bir siteydi. Kaosgl.org’daki bir yazıya göre ise Van’da yaşayan ve “Qijika Reş” isimli, benim de bazı sayılarına ulaşma şansı bulduğum Anarşist bir dergiyi hazırlayan ekip de aynıymış.

350gram.blogspot.com sitesi de samimi ve ilginç denemelerden biriydi. Eren Barış’ın çıkardığı, bir şiir bloguydu, Eren barış aslında bir edebiyatçıdır.

Retronaut.co retro fikirlerin, gördüğümüzde sanki geçmişten değil de gelecekten geliyorlarmış izlenimi veren fotoğraf arşivi. Retronaut.com olarak kendini güncellemiş görünüyor.

Bandista isimli linkte ise Tayfabandista.org linki gömülüydü bu da Bandista grubunun resmi sayfasıydı. Sadece grup konser ve albümlerinden haberler içeren bir site değil, aynı zamanda kendi dünya görüşlerini de yansıtan bir blogdu.

Mekanar.com, bir grup mimarın, disiplinler arası bir platform kurma çabalarından doğmuştu. Nedenini araştırmadım ama Ağustos 2017de site son güncellemesini yapmış ve bir süre sonra da kapanmış.

Odaprojesi.org, daha sonra blogspota geçiş yapmış bir sanatçı kollektifi. 2000-2005 seneleri arasında Galata’daki bir dairede atölyelerini sürdüren grup bugünlerde daha çok çevrim içi projelerle ilgileniyorlar.

Aslinedir.blogspot.com hakkında en ufak bir fikrim kalmamış maalesef. Wayback Machine de dahil her yeri kurcalamama rağmen bana onu hatırlatabilecek, dikkate değer hiçbir şey bulamadım. Demek internet de unutabiliyormuş çünkü eğer bu linki kendim uydurmadıysam bu blog izi de dahil tamamen buharlaşmış!

Gunlerintortusu.com, edebiyat ve tiyatro incelemeleri üzerine mütevazi ama yetkin bir blog projesiydi, sanırım en çok, sağ frameindeki bağlantılarından faydalandım.

Gunlukhayat.com, bünyesinde Ferhat Kentel, Abdullah Uysal, Ethem Özgüven gibi sanatçı ve akademisyenlerin bir kolektifiydi, sanki 2009 sonlarına doğru kapanmış.

icmihrak.blogspot.com, anarşist afiş tasarımları yapan bir kollektif işiydi, çok iyi ajitatif grafik ürünleri olan bir sayfaydı, sanki bugünlerde, belki daha dar bir grupla, http://icmihrakcustom.blogspot.com/ adresinde varlıkları sürüyor gibi. 

 

Monokl.net ise, Monokl yayınlarının internet sayfasıydı, şimdilerde Twitter sayfasıyla aktif ve monoklkitap.com ismiyle mütevazi bir de sitesi var.

serbestyazarlar.com bir ortak edebiyat platformu. 2008-2010 seneleri arasında işler üretmiş ve “mola verdik. Frigo ve patlamış mısır yiyoruz. Güneşli günlerde görüşürüz” yazarak veda etmişler.

Two stroke motion mahlaslı link olan lifesci.sussex.ac.uk/home/George_Mather/TwoStrokeFlash.htm, Geshtaltyen yaklaşımla üretilmiş ve birbirinin ardışığı olacak şekilde sürekli tekrarlayan 2 resim karesinin başarılı bir şekilde ileriye doğru yol alınıyormuş efektini üretebildiğini ispat eden çalışmasına ait bir linkti. Bu çalışma artık basit bir aratma ile başka sitelerden bulunabiliyor.

toplumdusmani.net, ücretsiz bir e-kitap, ses ve müzik arşivi sunduğu için ilgimi çekmişti ve sol frame eklenmişti. Ayrıca sitede internet ve veri güvenliği tüyoları, msn nasıl hacklenir, IP nasıl bulunur gibi eski ve temel dijital farkındalık eğitimleri de veriliyordu.


Semaver.org, İsmet Özel’siz bir şiir dergisi isteyen birinin kendine yazdığı samimi denemelerin bloguydu. 2011 senesi sonunda domain terk edilmiş gibi.

felsefe.incelemeleri.com, tasarımıyla da çok çekici olan ve adı üzerinde bir felsefe inceleme sitesiydi. Yazarları sabit olmayan, 2088 yılı gibi başlayıp 2017 gibi artık yayından kalkmış bulunan bir siteydi.

İnternationala.org sitesinin domaini bugün birileri tarafından alınmış ancak benim linklediğim hali elbette bugünkü hali değil. Waybackmachine’de 2008 senesine geri dönüldüğünde de görülebileceği üzere internationala org, Türkiyeli anarşistlerin kurup yönettiği bir haber ve forum ağına aitti.

bagimsizsosyalbilimciler.org kendi sitelerindeki açıklamaya göre: “Türkiye ekonomisinin çöküşüne ve toplumsal dokunun çözülmesine sebebiyet veren neo-liberal politikalara karşı toplumu bilinçlendirmek ortak düşüncesiyle  Kasım 2000'de bir araya gelen sosyal bilimciler tarafından oluşturulmuştur. BSB İktisat Grubunun amacı günümüzde uygulanan neo-liberal politikalar için öne sürülen gerekçelerin zaaflarını ve bu politikaların sonuçlarını bilimsel tahlillerle tespit etmek, toplumun çoğunluğunun -yani emekçilerin- ihtiyaçlarına uygun politika önermeleri geliştirmek ve emek örgütlerinin toplumumuz için yaşamsal önem taşır hale gelen mücadelesini bilgi ve bilim ile desteklemektir.” Görünen o ki 2016 senesinde kapanmış.

Dunchamp mahlaslı link olan understandingduchamp.com Marcel Duchampın eserlerinin kronolojik olarak güzel bir sunumunu içeriyordu, 2020 senesi itibariyle kullanılmaz hale gelmiş.

Satie mahlaslı link olan locusnovus.com Faruk Ulayın, metin görselleştirme çalışmalarının bir arşivini sunuyordu. Site aktif gibi görünse de tüm içerik kaldırılmış görünüyor, sol framede “satie” olarak görünmesinin nedeninin ise Gnossiennele ilgili çok güzel bir görselleştirme olduğunu hatırlar gibiyim. 

Sendika.tv sanırım 2013ten beri yok, Twitter hesabı da o zamandan beri sessiz. Defalarca erişim engeli getirilen Sendika.org’un Gezi olayları sıralarında açtığı bir video haber kanalıydı diye hatırlıyorum.

combat-monsanto.co.uk dünyanın en büyük GDOlu tohum ticareti firmasıydı ve bu site, bu firmanın, aralarında Türkiyenin de bulunduğu tüm dünya ülkelerindeki operasyonlarına karşı örgütlenen çevreci aktivistlerin bir sitesiydi. Site 2020 gibi erişilmez hale gelmiş görünüyor.

ashesandsnow.org aynı isimli bir film projesinin de adı, şu anda Youtubeda yapılacak bir aramayla bulunabilecek, psycodelic kliplerden oluşan down tempo kısa filmlerden oluşuyor.

dunyadanceviri.net sitesini hazırlayan gönüllü çeviri ekibi, işlerini, daha sonra Twitter ve WordPress’e taşımış.

Mavidefter.org 2009 yılına kadar aralarında Ragıp Zarakoğlu, Eren Keskin, Haluk Gerger, Afşar Timuçin, Sibel Özbudun gibi isimlerin bulunduğu bir yazar kadrosu tarafından sürdürülen periodik bir online dergiydi.

Kumdanev linkinin yerinde tuhaf bir site (Offbeathomes.com) bitivermiş ve elbette alakasız bir site bu. Ama maalesef kumdan ev beni nereye götürmüştü de oraya ilave etmiştim, en ufak bir fikrim yok.

Atinadanfotolar linki de aynı şekilde, yerini boston.com’a bırakıp, hafızamda bir iz bırakmadan çekip gitmiş ancak bir alttaki, hala aktif olan linkten anlayabildiğim kadarıyla bu link de 2010daki Atina’daki büyük Anarşist eylem dizisine dair fotoğrafların derlemesi olabilir.

Solakkedi.com, “anne sözü değil, Jimi Hendrix dinleyenlerin dergisi” olarak çok okuduğum, blogum için çok esin devşirdiğim bir yerdi, 2020 senesinde sessiz sedasız çekip gidenlerden biri de o olmuş meğerse.


Koxuz.org önceleri “biz” uzantılı olarak 2005 senesinde yayına başlıyor. Daha sonra org adresine taşınıyor. Site kendi deyişiyle:  “Hemen görülebileceği gibi köxüz sitesi bilinen sitelere ve yayınlara benzemiyor. Anarşist ve Liberter görüşlerden Marksistlere kadar çok farklı çizgiler yer alıyor. Sadece İdeolojiler açısından değil, dayanılan özneler açısından da çok garklı yazarlar var. Alevi hareketi, Kürt hareketi, kadın hareketi, İşçi hareketi vs. gibi. İlk bakışta bütün bunlar çelişik gibi görülebilir ve öyledir de. Ama aynı zamanda sitenin amaçları açısından bunlar birbirini tamamlıyorlar.” 2011 senesinde jiyan.org ile birleşmişler ve “jiyan-köxüz” adıyla bir süre daha devam etmişler.

2012 senesinde ise org uzantısı net olarak değiştirildi ibaresi düşmüş siteye ama buna dair bir iz bulamadım, wayback machine göre bu uzantı “aktuelsanat.net” sitesine yönlenmiş. Zaten deaktive olan org uzantılı site 2015te paramiliterler eliyle hacklenmiş.

Yuzde52.org ilginç bir siyeydi. Daha da ilginci, bugün perplexity’de dahi arama yapıldığında izine rastlanamıyor olması.

Haysiyet.com, kendi ifadeleriyle, “medya karşısında savunma sporları” icra eden, Ümit Kıvancın lokomotifi olduğu matrak bir siteydi. 2000 senesinde açılmış ve 2006 ya kadar iyi kötü güncellenerek yayın hayatına devam etmişti.

narcosphere.narconews.com Amerika kıtasının anarşist gündemini tutan bir radikal özgürlükçü kanaldı. 2020 ortalarında kapanmış. Zapaztistalar gibi uyuşturucuya karşı savaş ilan eden bir aktivist grubun moderasyonunda Authentic Journalism tarafından fonlanmıştı. narconews.com ana linki hala aktif.

savaskarsitlari.org 2000 yılında açılmış vicdani redçi, savaş karşıtı liberter ve anarşistlerin duyuru ve dayanışma platformuydu. 10.02.2014 tarihinde girilen bir post ile, arşivlerini o tarihten itibaren vicdaniretdernegi.org sitesine taşıyacaklarını duyurmuşlar (şu anda ise vicdaniret.org adresindeler)

sol framede “latin amerika” olarak görünen link aslında latinbilgi.net sitesine bağlıydı. Güney Amerika’nın liberter ve anarşist haber portalı gibi çalışan çok iyi bir siteydi. Ülke ülke arşivleri olan, solun genelinin yaptığı gibi sadece Zapatistalara odaklanmayan iyi çalışılan bir haber kanalıydı. 2019 senesinde kapatılmış gibi görünüyor. Sendika.org ile de bağlantılı bir site olduğunu görüyorum.

istanbul.indymedia.org indymedia’nın İstanbul, aslında Türkiye linkiydi. 1999 yılında Seattle olaylarının arkasından kurulan indymedia şu sıralar aktif değil, İstanbul linki ise 2015 senesinden beri kullanılamaz görünüyor.

ticketography.com bir ephemera sitesi ve vintage biletler satıyordu, şu anda kapalı, ilgin bir koleksiyonu vardı halbuki. Sitenin ilgimi çekmiş olmasında, o sıralarda bilet koleksiyonu yapmaya çakışan bir arkadaşımın etkisi de büyük olsa gerek.

Benyaptim.org, yazılarını çok beğendiğim bir kadının (remedios fuit hic) samimi bloguydu. Ailesine günlük formatında ama çok samimi ve sıcak bir üslubuyla yazdığı mizahi denemeler ve güncelerin bir membaıydı.

Avrupa filmleri arşivi olarak etiketlenen europafilmtreasures.eu 2008 ile 2012 sonu arasında açık kalmış bir Avrupa film seçkileri arşiviydi. Filmlere dair bilgi edinmenin yanı sıra film izlemek de mümkündü buradan.

Snooker mahlaslı snookerscene.blogspot.com snooker haberleri veren bir siteydi, daha sonra “www.inside-snooker.com” adresine taşınmış.

altugdemirel.com ressam ve grafik sanatçısı Altuğ Demirel’in eski-yeni işlerini derlediği bir arşivdi, kapanmış.

Sol framede “kuğulupark mücadelesi” olarak etiketlenen link, kuğuluparka IMG tarafından saldırıldığı günlerde yapılan bir eylem için üretilmiş bir videoya ait Youtube yüklemesine bağlanıyordu, şimdilerde erişim sınırlandırılmış görünüyor.

Gene sol framede “el sub marcos” adıyla etiketlenen ezln.org sitesi bugünlerde http://enlacezapatista.ezln.org.mx/ ve http://zeztainternazional.ezln.org.mx/ linkleri ile devam ediyor.

 

Devam edecek mi, bekleyip göreceğim…

0 yorum

 

Çoğu kehanet, belli birşey üzerine odaklandığında kötülüğü haber verir çünkü tarih boyunca daima yeni dehşetler ortaya çıkmıştır, bunların birkaçı ortadan kalksa bile yerine yeni mutluluklar gelmez, mutluluk daima eskidir. Bu mutluluk için verilen mücadelenin yöntemleri değişir.

John Berger, Portreler, bölüm: Hironymus Bosch, çev. Beril Eyüboğlu, Metis yay., s.59

Weeping song

0 yorum

Baba, neden ağlıyor bu kadınlar?
Erkekleri için
Peki ya erkekler?
Onlar ağladığı için

Baba, neden ağlıyor bu çocuklar?
Onlar sadece ağlıyorlar evlat
Sadece ağlıyorlar ha baba?
Gerçekten ağlayacakları gün henüz gelmedi



Sadece yaşadıklarının bilgisi bile (artık yaşamıyor olsalar bile) insana devam etme, savaşma cesareti verenler vardır.


Ник Кейв (49 фото)

Notlarımdan;

0 yorum

* 1957 senesine gelindiğinde ABD'deki beyaz yakalı sayısı mavi yakalı sayısını geçer ve James A. Senn'e göre bu tarih, bilgi toplumuna girilen tarihtir.
* Paranın altın gibi degerli madenlere bağlanmış değeri M.Ö. 2900 ile M.S.1971 yılları arasında sürdü.
* "İdil", Volga nehrinin eski adıdır ve Tatarca'dan gelir.
* "Sadurmelik"; 4000 atlı-oklu kadın savaşçıdan oluşan bir ordunun kadın konutanıdır.
* Hippokrat'a kadar epilepsi kutsal bir hastalık olarak görülüyordu, Hippokrat çıkıp bunun bir beyin hastalığı olduğunu söyledi. Anadolu'da hala bu hastalığa ayrı bir değer verilir, deli olmadıkları için epilepsi hastalarına saygı duyulur ve kirzlerine "cezbe" denir.
* Renk teorisini ilk kez ortaya atan ve tayfın 7 ana rengini belirleyen ilk kişi Isaac Newton'dur.
* Çin geleneksel tiyatrosunda aşırı sembolleştirme nedeniyle dekor kullanılmaz. Gösteriler, 'çay evi' denilen mekanlarda, şimdinin defile sahnelerini hatırlatan platformlarda yapılır, üzerinde yürünen uzun platforma ise 'çiçek yolu' denir.
* 1817 senesinde Londra sahnelerinde gaz lambası ve fosforlu taşarla birlikte sahne aydınlatma düzeni (buna henüz ışıklandırma denemez) hayata geçer.


İdealleştirme x karakterin ölümü (bir giriş)

0 yorum
Botanikçilerin ya da dendrologların el çizimlerini fotoğraflardan üstün kılan temel nitelik, bitkinin fiziksel yapısının uzman bakışıyla ayıklanmış hali olması. Aslında sanatcının, dünyayı idealize eden eskizlerini andırıyor. Bir karaçam eskizinin, dünyadaki hiçbir karaçama benzemeyip, tüm karaçamların ortak verilerini içeren bir ifade bu. Anatomi atlaslarındaki kas ya ad sinir sistemini tüm detaylarıyla anlatan çizimlerin belli bir modelinin olmaması, çizimdeki bedenin herhangi bir insana ait olamması gibi. İçindeki yaşamsal özsuyunu çekip alan, tüm gövdeyi, türsel bir ortak paydada ifade etmek bu. Sakatlanmış ya da budanmış hiçbir yeri olmayan (bu anlatımları içeren ayrı çizimler de mevcuttur), eksiksiz ya da fazlasız bir tür tanımı.

Nazilerin ari ırk çalışmalarındaki tarifler ya da çizimleri de andırıyor bu çizimler. Üzerinde çalışılan örnekler belli kriterlerle seçilmiş ve sayısız kadavra ya da gövde üzerinde binlerce kez usturalar, keski ve testereler ile çalışılmış, ya da daha ileri görüntüleme teknikleri ile anlamlı en küçük parçasına kadar keşfedilmiş.

Dayanışma

0 yorum
"Savunmak için işçiler birbirlerini desteklemeye çalışırlardı. İş uzasın da kahyyalar meydanda kalan işçileri de işe almak zorunda kalsınlar diye elden geldiğince yavaş çalışırlardı. Ama belliydi: Cumhuriyetin kuruluşundan dört ay sonra Temmuz 1931'de bu tehdit gerçekleşti. Bir gece evsiz kalan işçiler Plaza de Toros'u ateşe verdiler. Amaçları yıkıntısıyla kendilerine ev yapmaktı..."

Yasımı Tutacaksın, Dominique Lapierre-Larry Collinsö Payel yay., s.52

uykusuzluk

0 yorum
"bütün gece gözüme uyku girmedi" derler, bana uzaktı. muhakkak uyumak için birşey yapılabilirdi, kitap okunabilir ne bileyim belki bir duş alınabilirdi. ama uyuyamıyorum işte.

günlerdir uyuduğum söylenemez. söylenemez şeyleri var insanların, vesvese derler, şimdi bana uyuyamadım diyenlerin diyemediklerini düşündürttüyor bir sürü şey. bir sürü şey gizlemişler benden, eskiden ben de ketum biriydim, öyle sanırdım kendimi ama sanırım ben anlattıkça susmuşlar. susmuşlarım çok olsun benim de, konuşmayım bir süre istiyorum, bıktım kendimden, bu hallerimden. hallerim hal değil, yumurtalarımın kefelerini tartıp duruyorum bu saatte, bakıyorum sanki hepsi tek kefede, diğerleri boş. boşlukta asılı kalıyorum. kalakalıyorum. kalakalıyorum...

asi durito

0 yorum
























"Durito der ki, iktidarın sunduğu tüm çoklu seçenekler, içlerinde bir tuzak gizler aslında: Birden fazla yolun söz konusu olduğu yerde bize seçme olanağı tanırlarken, çok temel bir şeyi atlamaktadırlar: O yolların hepsi aynı yere çıkar. Bu yüzden, aslında özgürlük dediğimiz, gideceğimiz yön, adım, tempo, hız ya da bize eşlik edecek olanı seçmek değil, sadece yolun kendisini seçmektir. Dahası, iktidar sahibinin bize sunduğu özgürlük, sadece bizi temsilen kimin yürüyeceğini seçmemiz anlamına gelir, o kadar." *

* Gloria Munoz Ramirez'in "20 y 10 el fuego y la palabra" (Türkçeye de "Ateş ve Söz" adıyla çevrildi) kitabından böcek Durito'nun bir sözü.

beraber

0 yorum
Robin Dunbar'ın maymunlar üzerinde yaptığı deneylerde maymunların birebir ilişki kurabilme yeteneklerinin belli sayıdaki türdeşleri ile sınırlı olduğu, bu sayının üzerinde kişisel (tımar gibi) ilişkiler kurmadıklarını gözlemlemiştir. Bu kalıbın ise maymun beynindeki neocortex bölgesinin kapasitesiyle alakalı olduğunu iddia etmiştir. Uzun lafın kısası bu sayı, türdeşlerdeki ayırt edici özelliklerin hafızada tutularak onları birey olarak görebilme kapasitesinden ortaya çıkmaktadır. İnsanlarda ortalama olarak 148 civarı olan bu sayı 100-230 aralığında seyretmektedir. Yani 230 insana kadar bireyden oluşan gruplarda bireyler arası doğrudan ilişki kurmak mümkünken bu sayının üzerindeki topluluklarda topluluğu organize etmek için yapay otoriteler, memuriyetler ve iktidar ilişkileri şekillenmeye başlıyor. Bu sayı en kritik düzeyde 500'ü zorlayabilse de bunun üzerinde alt gruplaşmaların olması kaçınılmaz.

Dunbar'a göre neolitik köylerin ortalama nüfusu da 150 civarındaydı, kökleri 16.yy'a dayanan Hutterite topluluğunun sayısı da 150'i aştığında ikiye bölünecek şekile sabitlenmişti. Roma ordusu 150'şer askerlik gruplara ayrılmıştı. Bu sayı ancak ciddi yaşamsal mücadele veren gruplarda aşılabilmekte ancak bu durumda da bu topluluğun kapalı bir topluluk olması şart. Zira aksi taktirde sosyal dağılmaları önlemenin, bir yönetici, ulak ya da elçi, adına ne denirse denilsin topluluğun iradesinin bir temsilciye devri yani yönetici erkinin yani iktidarın oluşmasından başka yolu olmadığı öğretilmiştir bize. Anarşizmin komünal topluluk ideallerini ve anarşizmle birlikte oluşacak yeni dünyanın nasıl bir şeye tekabül edeceğini bu anlamda tahayyül etmek elzemdir.

laf sündürme

0 yorum

"Kaçınılmaz" ile "Kaçınılamaz" aynı şey değildir. Kaçınılamaz, hep bir ihtimal barındırır. Ben kaçınmayıveririm bazen ve bu benim kaçınılmazım olur. Kaçınılmaz şekilde sigara ister canım, karnım acıkır ama öngörebilir birşey bu, sakınıverilebilir yani. Biraz daha sündüreyim: kaçınılmaz olan sakınılmazdır, ama sakınılabilir de aynı zamanda, kaçınılabileceği gibi. "Kaçınılamaz" olsaydı mesela ölüm gibi, işte o durumda (o durum her ne ise, genelde fizikseldir bu nedense) ne dersen de olacak demektir. Parantezi de sündüreyim: Kaçınılamaz durumların genelde fiziksel daha doğrusu maddeye ait şeyler oluşu (mesela dünya üzerinde havadan bırakılan bir taşın muhakkak yer çekirdeğine doğru harekete geçmesi, halk arasında yer çekimi) ayırt edici olabilir mi? "Kaçınılmaz" olan şeyi de metafizik alanına alsak mesela, bak sanki açıklığa kavuşuyor gibi. O halde kaos teoremine uzananlar olacaktır, güzel, sevdim bu bakış açısını. Peki tamam bizim kaçınılmaz dediğimiz şeyin aslında çok detaylı ve karmaşık bir hesapla "kaçınılamaz" olduğunu iddia edeceksiniz, peki bu durumda maddenin alanına girmiş olmuyor musun? Bu konuda düşünmek gerek. hava tahmini dediğimiz şeyi tahminden çok çok öte mutlak bir kesinlikle tespit ettiğimizde bile kullandığımız doneler neyin alanında allasen?
Başa dönüyorum: kaçınılmaz olan şey toplumsal, kişisel ya da metafiziğe ait, kaçınılamaz olan ise bildiğin taş... kafa yarar.

çiğ süt

0 yorum
Aslında eski bir haber. 26.07.2011 tarihinde boyalı basının manşetleri arasında yer almıştı (http://www.internethaber.com/kedinin-bacaklarini-kesip-hasladilar-361688h.htm). Aradan onca zaman geçtikten sonra buraya da eklemeliyim dedim:

Unutmuşuz ya da hiç öğrenmemişiz bile: Walter Benjamin'e göre yirminci yüzyılda yaşadıklarımızın hala nasıl mümkün olduğuna şaşmak, felsefi bir bakış değildir ve bu şaşkınlık bizi, tek bir bilgiye götürür: kaynaktaki tarih anlayışının elle tutulur bir tarafı olmadığı. Ne diyor o tarih ki size insanın kamil olduğunu düşünüyorsunuz? Belki de o bacakları kesip yediler bile ve kanamayı durdurmak için de o bulanık, ahmak, sarhoş kafayla kedi ölmesin bari diye haşlayıp (dağlamak yerine) bıraktılar.

Yargılayalım tabi, akıl almazlığı gördüğümüz heryerde yapmak zorunda olduğumuz gibi. Ama bunu yapanın insan olamayacağı iddiasında da bulunmayalım. Zira eğer bunu söylersek birileri aklımızdan ya da farkındalığımızdan şüphe duyabilir. İnsan bu ki!

not: eksisozluk'ten vulpius şöyle yazmış: "çiğ süt, insanın entelektüel seviyesinden değil, biyolojik dünyasındandır. anne, nasıl ürettiğinden haberi bile olmadan, kendisine bile sorulmadan bu maddeyi üretmiştir. (bkz: türün iradesi) ve bu madde, çocuğun edindiği ilk bilgidir; donanımına işlenecek olan bilgi. (yasak elmayı mı çağrıştırdı?) hiç bir entellektüel süzgeçten geçmeden kazanılan bu bilgi, en alt basamaktan, biyolojik düzeyden gelir. bu nedenle, çiğ süt, insana insan olmamaklığını, hayvaniliğini çağrıştırır. çiğ süt ile gelen bu a priori bilgiyi edinen, yani "çiğ süt emmiş" olan insanoğlu, içinde bir hayvanın ahlakdışılığını barındıran potansiyel bir vahşidir!"

facebook vs. twitter

1 yorum
Bence Twitter ile Facebook arasındaki en temel fark "görme" ve "görünme"ye karşı yaklaşımlarını birbirlerine göre tersten kurmuş olmaları. Twitter, seçilimli ve kişiselleştirilmiş bir medya yaratılmasına olanak tanıyarak olan biteni "görmek istenen" pencereden görmeye katkı sunruyor. Tüm yaşantıya dair olan biteni takip ettiğimiz kullanıcıların gözlerinden izlemek ve yorumlarını retweet edip onları yeninden yeniden üreterek "ben"i baştan değil ama daha muhkim inşa etmek olanağı veriyor.

Facebook'ta ise süreç tam tersinden işliyor. Facebook profilimizde bize ait olanı paylaşarak takipçilerimize "görünmek istenen" "ben"i sunma imkanı buluruz. Buradaki seçimlilik opsiyonunu "göstermek" istediğimizi seçmek olanağı olarak görebiliriz.

Bu nedenle Hilal Cebeci'nin yakaladığı sosyal ağ şöhretinin Facebook'a oranla Twitter'da daha yaygın olması, kişilerin bu platformda Facebook'tan farklı olarak bakılmayı değil bakmayı tercih etmeleri olabilir (bu arada hilal cebeci'ye dair bir süreyyya evren yazısı için bkz: http://www.radikal.com.tr/...id=1090583&categoryid=41 )

kaba hattıyla şık, inceliğiyle geçirgen

0 yorum
terli, siğillerle kaplı, kapkara, tombul ve güdük parmaklarıyla mide bulandıran bir el hayal ediyorum gökçek için. "dünyanın en büyük" el maketi olmalı bu, silikondan, bıngıl bıngıl. ayası toprağa dönük, kirli tırnakları çevresinde bir bataklık. jiletli tellerle çevrilmeli bu anıt, bir de illa ki 7/24 başında bekleyen iki dirhem bir çekirdek giyinmiş bir muhafız.

http://kaba-hat.com/2012/06/15/kadir-topbas-melih-gokcek-anit-yarismasi-icin-acik-cagri/

işkenceden sen anlarsın, konuş onlarla

0 yorum
Sedat Selim Ay adındaki işkence ve tecavüz sanığı polisin terfi ettirilerek İstanbul emniyeti terörle mücadele şubesinin başına getirilmesi garabetine bardağa dibinden bakıp mesafe kazanasım var. Terörle mücadele şubesi gibi bir yere kimi atasalar memnun kalırız? Mesela ey bu satırları okuyan, seni atasak terörle mücadele yeni bir anlam mı kazanacak? Yakalama ve alıkoymadaki inisiyatiflerin doğrultusunda belki çok daha az poşulu öğrenci tutuklanacak, gözaltında daha az işkence olacak belki, bir de polisin gülümseyen yüzü olursun kimbilir? Lakin orası zaten rejim muhafızlarının villa grimaldi'si.

Yeni rejimin iktidarıyla, savcı ve polisiyle elele terör tanımına yaptığı katkılar ve önce infaz sonra kovuşturma uygulamaları o lanet olası şubenin başına kim geçse değişecek ki? Muhalif, devrimci, demokrat kim varsa öğütmeye ayarlanmış yeni terörle mücadele doktrininin beni de alıkoyduğu gün işkencecimi seçmek zorunda kalmak istemem.

son mektup

0 yorum
Akşamı beklerken öldürdüğüm güne yanmazmıyım mı hiç? Okunmuş da yarın bırakılmış kitaplar ve kemirilip çöpe atılmış bir sandviçin yanındaki biralar asla ısınmaya fırsat bulamıyor, sigara ise taze taze tüketiliyor. Gidilmeyecek davete, istenmiyor, tavır yapacaklar “söz verdin de gelmedin diye”, e nolmuş, kessinler faturayı öderiz. Hava kararmaya başladı şimdi, kar beyazı olmasaydı kararmıştı bile.

Huzurluyum, hiçbir korkum yok hatta içim sevgi dolu, kızgınlığım ve kırgınlığım da yok artık. Sadece yorgunluk var biraz, onu da olağan görüyorum, bunca şey! Sonrası iyi olacak sanki, aslında hiçbir fikrim yok ama öyle bir his var içimde işte, son durağa gelmiş otobüs gibi, artık inebilirim (hiç sevmedim otobüs seyhatlerini).

Ev biraz kirli mi ne? Benden sonrakilere çok iş çıkacak, bir sürü uğraş, kağıt kürek işleri falan. Üzgünüm bu yüzden, elimden geldiğince derleyip topladım ortalığı ama temizlikle ilgili hep bir sorunum oldu zaten. Kişisel bakımımı yaptım gibi, belki biraz koltuk altı kılı, az bir sakal var, temizim, duşumu sabah almıştım.

Zaman çabuk geçiyor, saatler umurumda değil elbet. İnsanın beli bir masada oturmuş yazı yazarken ne kadar sürede ağrır ki? Bunun bir cevabı yoktur ama zaman geçtike ağrır işte, ağrıyor.

4 biram kalmış olmalı, bu bitmek üzere, iyi bari.

Bitireyim artık bu yazıyı, 4 biranın tamamını bitiremeyeceğim nasılsa, baksanıza gün battı batacak, zaman çabuk geçiyor.

Son biramı içeride içeceğim, ama önce bunu bloguma eklemem gerek, burada kalırsa olmayacak.

Bir çoğunuzu sevdim geçekten, tüm samimiyetimle, birçoğunuzdan ise tiksindim. Bazılarınız çok yordu beni, benim takıntım bu napayım: yorgunluk, bazılarınız ömür kattı, sağolun. Sevgi ne güzel şeymiş gerçekten, aptal şarkılarda söylüyorlar diye bir ara gözardı edecektim neredeyse, iyi ki etmemişim.

Kendinize iyi bakın demeyi hep saçma buldum, ne anlama geldiğini de hala tam olarak anladığımı düşünmüyorum. Ama siz kendiniz olun, hep böyle de kalmayın, değişmek iyi gelir, yağmurdan önce’de rahibin dediği gibi “çember ise yuvarlak değildir”.

Kalın sağlıcakla...

atelofobik tıkanıklıklar

0 yorum
Mükemmel olmaya çalışmakla, mükemmel olamamaktan korkmak arasındaki fark kendini iş görmekte ifşa ediyor ama öyle çok da fazla birşey beklenmemesi gereken bir fark bu, zira herşeye rağmen çok yakın iki durum.

“işi bitirmekten korkmak” ile “kaytarma” arasındaki ince çizgide olduğu gibi biri her durumda eleştirel yaklaşarak süreci sonsuz bir yeniden başlatan bir döngüye girerken diğeri yine sonsuz bir erteleme döngüsüne sığınır. Erteleme dürtüsü ve bunu sonsuza kadar yapabilme kararlılığı her ikisinde de olmasına karşın ilki bir yap-boz uğraşı diğeri sürekli çevresinde dolanma hali gibi.

Cesaret ve özgüven eksikliği mükemmeli arayışın temel dürtülerinden biridir ve “yaşam, insanların bastıramadıkları daha iyiye ulaşma arzuları yüzünden hep yeterince kötü olacaktır” diyen Gorki’de olduğu gibi bu arayış mutlulukla sonuçlanamaz.

Göründüğün şeye sürekli ve etkin biçimde müdahale edememek ürperti veriyor. Basit makyaj hileleriyle kapatılan morluklar, ekimozlar, solmuşluklar bir sabah ani bir gelişmeyle seni tufaya düşürünce tüm...

üstüne git

0 yorum
Ne kadar haklı bir öfkeniz dahi olsa taş atarken karşıdakinin yaralanmasından korkarsınız, bu vicdandır herhalde. Bu fırlatışta kol hedefe kilitlidir, istenen bölgeye isabet, taşın hızı ve menzilinden daha fazla önem kazanır, gayemiz elbette ki karşıdakini öldürmek değildir. Zırhlı, koruganlı bir polis ordusuna doğru fırlatılan taş için bu tehlike yoktur, kol daha kararlı ve güçlüdür, taşın sürati olabildiğince arttırılabilir, hedef geniş ve koruganlı olduğu için isabet geri plandadır.

Sapanlı atışlarda uzmanlaşmak gerekir. Davut sapanı gücünü salınımdan alırken lastikli sapanlar nispeten küçük taş ya da bilyelerin atışı için daha uygundur. Davut sapanları çevrilerek fırlatılan, kola göre daha yüksek enerji ürettiği için daha uzun menzili atışlar için idealdir ancak öğrenilmesi oldukça deneyime tabidir, en yüksek teknik isteyen atışlardan birisidir. Lastikli sapanlarda da eğitimli ve idmanlı olmak şarttır. İdeal lastikli sapanlarda lastik bir buçuk kol boyuna kadar esnediğinde azami gerilimini elde eder.

Molotof daha teknik bir atış gerektirir, öncelikle şişenin kafasındaki çaputun iyice alev aldığından emin olmak ve çok fazla bekletmeden elden çıkarmak gerekir. Şişenin daha büyük bir araç olması taşta olduğu gibi üç parmak atışını imkansız kılar, şişe tamamen avuçtan çıkarılmalıdır. Taş için saydığım fırlatma tedirginliği molotofta farklıdır. Koruganlı ve zırhlı polislere karşı aralarına kadar ulaşabilecek bir hız ve isabet bu kez gereklidir. Fakat korugansızlara karşı molotofun, onların az önlerinde, hemen ayaklarının 3-5 metre ötesinde patlayacak şekilde atılması gerekir.

Kentlerde öyle fazlaca el altında bulamayacağınız toprak ya da kum hatta daha pratik hali olan çamurun fırlatılışı oldukça rastgeledir ancak karşıdakini şaşırtmak hatta görüş alanını tamamen kapatarak kaçmak için idealdir. Hafifliği ve havada dağılma eğilimi göstermesi nedeniyle yakın mesafelerde etkilidir. Saldırı amacıyla kullanımı için Zapatist köylülerin Chiapas’taki askeri üs işgaline bakmak gereklidir ancak savunma amaçlı kullanımı daha etkin sonuçlar verecektir. Ayrıca hasmınızın suratında çamur lekeleri görmenin vereceği cesaretin de bu malzemenin artı hanesine yazılması gerekir.

Çiçek atmak da denenmiştir ancak bu durumda çiçeklere yazık olacağını düşünmeden etmek zordur, çiçek dalında daha güzeldir, taş havada da ağırdır.

güncellik

0 yorum
...hiçbir olay bütün süresince güncel değildir, yalnızca kısacık bir süre, başlangıçta. Milyonlarca televizyon seyircisinin açgözlülükle seyrettikleri ölen Somalili çocuklar artık ölmüyorlar mı? Ne oldular acaba? Şişmanladılar mı, yoksa zayıfladırlar mı? Somali diye bir ülke var mı hala? Dahası, hiç var olmuş muydu? Bir serabın adı olmasın sakın?

Bunların çağdaş dünya tarihini anlayış biçimleri, büyük bir konserde Beethoven’in yüz otuz sekiz yapıtının hepsini birbiri ardınca, durmadan, ama hepsinin yalnızca ilk sekiz ölçüsünü çalarak sunmasına benziyor. Aynı konser on yıl sonra tekrarlansaydı, her yapıttan yalnız bir nota, yani tek bir ezgi olarak sunulan yüz otuz sekiz notayı konser boyunca çalarlardı. Ve yirmi yıl sonra, bütün Beethoven müziği, sağırlığının ilk günü duyduğu o sonsuz ve çok yüksek noktaya benzeyen çok uzun ve tiz bir nota olarak özetlenebilirdi...

Milan Kundera, Yavaşlık, Can yay., 2008, s.84

Bir roman olarak çok iyi bilinir ama, Kundera'nın "Yavaşlık"ını bir felsefi yapıt gibi okumak, alt çizip alıntı yapmak onca yılın ardından dahi engellenmesi zor bir hayranlık ve özenmenin emaresi. Baudrillard'ın ilk körfez savaşı sonrası ettiği "savaş mı, ne savaşı" lafının da fikir eşi olan yukarıdaki satırlar altını çizdiklerimin sadece bir kısmı.

başlıyorum

0 yorum
Mükemmeliyetçilik adama yazı yazdırmaz, yazdıklarını sildirmekten başka adım arttırmaz hale gelince, internette bir iki boş gezintiden medet umulur ama genelde arkasından bilgisayar umutsuzca kapatılır.

Not alırdım bir zamanlar ancak birer ikişer paragraftan öte gitmezdi bunlar ve nice sonra neler birikmiş bakalım diye okuduğumda “olması gerekenler, olması gerektiği kadar” diye konuşurdum kendimle, bir kelime ekleyecek mecalim olmazdı.

Bunun üzerine o kadar çok düşünüyorum ki, artık yazdıklarım neredeyse tamamen buna dair, tek derdim bu. Oysa bir hikaye kaleme almak için kendimle çetin bir mücadeleye giriştiğim üç günün sonunda ortaya çıkandan umutlanmıştım, yapabilirim diye düşünmeye başlamıştım. Bu denememden bu yana geçen aylar boyunca tekrar eski tutukluğuma kavuştum.

Bir gecelik, hatta birkaç saatlik yani genelde masa başından kalkmadan geçirebileceğim süre kadar yazabildiğim için oluyor bütün bunlar. Her mola ya da dönüp yazdığım kadarına bir göz atma dürtümün asıl sorunum olduğuna kanaat getirdim. Yazdıkça açılabileceğimi, fikirlerin dillendikçe olgunlaşabileceğini hissediyor olmam dışında bunu henüz disipline sokamadım.

Konuşmak ise bu şekilde yürümüyor diye düşünürdüm ancak kısa bir süre önce farkettim ki o da yazınsal kabızlığımdan nasibini alıyor ve bir konu üzerinde saatlerce konuşabilirken başıma iki şey geliyor genelde.

Birincisi, konuşurken belli bir konu üzerinde ilerlemenin, tek bir çizgi üzerinde yürümek gibi olamaması beni yakalıyor. Engellenemez bir şekilde konular her zaman konuları açıyor ve buradan başlayan sohbet, orada bitiyor. Tartışma durumunda ise durum daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor çünkü argümanını destekleyecek örneklemeler ve açılımlar yaparak iddiayı güçlendirme ihtiyacı, konuyu iyice dağıtıyor ki bunun çözümü de aslında olanaksız bir yerde, tartışılan tarafın dakikalarca susmasında ve konuşmanın bir monoloğa dönüşerek bir noktada konunun toparlanabileceğini umarak beklemesinde gizli, yani dediğim gibi bu olanaksız hatta saçma.

İkincisi ise, bir konu etrafında uzun uzadıya, örnekli, açıklamalı bir konuşma karşıdakini esir alarak etkisiz kılıyor ki bu etkisizlik senin konuşmanı da etkisiz kılıyor zira konuşmanın en az iki tarafı olmak zorunda. Kendi kendini imkansızlayan bir döngü yani.

Bu nedenle şimdi burada oturmuş bunları yazarken, karşımda sanki biri varmış gibi yazabilmem de olanaklı değil.

Her ne kadar mükemmeliyetçilikten dem vursam da öyle olduğumu sanmıyorum, olanla ölene çare olmadığına inanırım ben. Kabulenmek bazı durumlarda önüne bakmak için gerekli hele ki moral bozukluğundan muzdaripseniz gerçekten elzem, eyleyememek insanda derin bir sıkıntıya yol açıyor, yakından bilirim. İşte bu noktda ben de bu kabızlık ve yazamama derdimi kabul ederek devam etmenin yollarını bulmalıyım, saptamalar ve tarifler başka türlü hiçbir işime yaramayacak, ortada bir saptama varsa ve kulak vermeyeceksek ne işe yarar ki?

Böylece işe koyuldum, üç paket sigara, kül tablam, çakmağım, bir şişe viski (çok dikkatli tüketilecek, uyumak istemiyorum), su ısıtıcısı, 5 litrelik pet şişe suyu, bardağım, kahve kavanozum, peksimetler, kuru meyve, 5 paket büyük boy bitter çikolata, bir kaç dilim ekmek, bel minderim, çişim illa ki geleceği için kapının hemen yanına çektiğim masam... bu işi çözmeden devam edemem...

açılım

0 yorum
37.6151000915, 43.878757227
37.615167368, 43.8758942043
37.5999272933, 43.8872900532
37.5917633724, 43.8944725143
37.5631094412, 43.9173257292
37.5580800317, 43.9496559874
37.5570498046, 43.9499846756
37.5429252543, 43.9488798527
37.5421516354, 43.9478633307
37.5418042095, 43.9431928176
37.5442254425, 43.9438912685
37.530383311, 43.9426153854
.....

ısı

0 yorum
Leş gibi ağırlaşmış günün akşamında kamburuyla birlikte ağırdan çıkıp bahçeye isteksizce bir sigara çekti paketten ve filtresini kırıp attı. Parmak ucundan kararsız bir nefes çekti, dudağındaki tütün kırıntısını tükürdü ve dumanı oflar gibi üfledi.

Göz kapaklarının içinde gördüğü grimsi düş karşıdaki koruluğun yavaşça oluşan görüntüsüdür. Sağda kümelenmiş bir öbek servi, tepeleri sivri ve rüzgarda eğilmiş, diplerindeki koyu gölgede tek tük beyaz taşlar seçiliyor. İşte tam burada, servi gölgesinde, taşların arkasında toprağın kızıl olduğunu biliyor fakat yolu yok, ortalık o denli gri ki, göz kapaklarını iyice sıkarak boğmaya çalıştığı griliğin arasında üstün körü bir karalamayı andıran, killi toprak ile kuru yaprak karışımı bir imgeyi ancak fona iliştiriveriyor.

Bir dokumacı gibi sola doğru devam ediyor; servilerin solunda tekrar başlayan ağaç kümesiyle serviler arasında bir açıklığa dikkat kesiliyor. Büyük olasılıkla hemen orada, arkadaki tepelerden inerek ilerideki tümseğin arkasına gizlenmiş, ana yola bağlanan bir patika var fakat ne bir yol ne de ezilmiş patika toprağı seçilebiliyor. Merak ve sıkıntıyla daha fazla dikkat kesilip görüntüyü yakınlaştırmaya çalıştıkça, koruyabildiği tüm samimiyetine rağmen orada olmaması gereken bir sürü hayal gözlerinin önüne geliveriyor. Kovalayıp uzaklaştırdığı bu hayallerden geriye kalan sadece açık renk bir leke.

Şimdi ortalık biraz daha aydınlık çünkü fark ettiği gökyüzüdür. Lekeler içinde açık bir gökyüzü, lekeler karşıdan alçalan güneşin kararttığı bulutlardır. Havaya dikkat kesilir kesilmez resmin üstünü sağdan sola tamamen tarıyor ve gördüğü, hiçbir vaadi olmayan koyu bulutların alacaladığı bir gökyüzü. "Demek ki", diye düşünüyor, "arkası düzlük". Güneşin tam yerini kestirmeye uğraşıyor, bulutların ışığına, ağaçların gölgesine bakıyor, emin olunacak kadar bariz bir belirti yok.

Açıklığın sağında yani artık görüntünün tam ortasında neredeyse simsiyah bir karartı görüyor, bunlar güneş tepedeyken gölgesinde durulmaz kızıl çamlar. Taçları neredeyse iç içe geçmiş ve boyları bir olmalı ki karartının tepesi oldukça düz. Aynı zamanda dikilmiş olduklarını düşünüyor, insan işi yani. Gövdelerinin sadece tepelerini seçebiliyor, tümseğin arkasında kalmış onlar da.

Bu sırada bir şey fark ediyor: az önceki koyu lekenin tümsekte kesildiği hattın az altında aşağıya doğru daralan yumru gibi bir leke daha var. Bir tarlanın sınırınca işlenmiş başaklık olsa gerek. Fakat asıl hoşuna giden şey, bu lekenin yukarıdaki çam koyuluğunun oluşturduğu lekenin devamı, kalan parçası gibi görünmesi. Birden canlanıyor...

Kafasını arkaya atarken gözleri hala kapalı, ağrıyan boynunu esnettikten sonra sigarasından bir nefes daha çekti. Dudaklarına yapışan tütünü iki parmağıyla toplayıp yuvarladı ve ayaklarının dibine bıraktı. Dudaklarına sinen katranı diliyle tadarken gözleri hala kapalı.

Ayaklarının önünde uzanan sarı bir çayır olmalı ki yılın bu vaktinde toprak bu denli ışıltılı olmaz. Yumrunun sağında, ondan biraz uzakta bu sefer sarı olduğundan neredeyse emin olduğu bir saman yığını var, dikkatli baktığında tüm çayırda düzenli aralıklarla bu kümelerden onlarcasının daha olduğunu görüyor.

En solda, görüntünün kıyısında sıkışıp kalmış bir elektrik direği görüyor, "bu bir resim ya da fotoğraf olsaydı büyük olasılıkla her gören bu kadrajın acemice olduğunu söylerdi" diye düşünüyor. Kendi deneyimi için bunun geçersiz olduğunu biliyor ancak yine de tedirgin oluyor, bir hileye başvurmamak konusunda kararsız. Etrafını inceliyor direğin, solunda hiç yer kalmamış hatta gövdesinin bir kısmı görünmüyor, lambasının boyun uzattığı kısım eksiksiz. Direğin öbür yanında ona destek olacak bir yapı da yok. Sadece direğin dibine doğru göz gezdirirken aşağından geçen yolun ucunu seçiyor. "İşte bu iyi" diye düşünüyor, “iyi?”. Tekrar başlıyor, dikkatli olmalı ve buraya kadar getirmişken herşeyi rezil etmemeli. Bu kez kararlı, orada ne varsa, hiç tereddüt etmeden ve sorgulamaksızın yerine yerleştirecek. Tekrar dikkat kesiliyor direğe, gövdesinin bir kısmı eksik, lambası bir kanca gibi sağa doğru sarkmış, direğin dibinde, önünde boydan boya uzanan set alçalarak görüntüden çıkıyor, yol seçilemiyor ancak direğin yol aydınlatması olduğunu tahmin etmemek saflık olur.

Direkle kızıl çamların arasındaki kayalığı ancak seçebiliyor. Arkasındaki yamacı yola varmadan sırtlamış cefakar bir kayalık. Üzerindeki kırıkların arasında inatla boy vermiş bir kaç çalı çırpı kayanın sırtındaki yeşilliklerden yuvarlanan tohumlardan boy vermiş. Yol çalışması için mi patlatılmış yoksa durduğu yerde dökülen kırıklı bir kayaç mı diye düşünürken yeniden yorumlamaya başladığına sıkılarak ayıyor.

Gözleri açıkmış gibi doğrudan kayalığa bakarken kafasını yana büktü, sanki eserini inceliyordu. Bir nefes daha çekmek için dudaklarına götürdü, avurtları dumanla dolarken parmaklarında çıtırdayan korun sıcağını hissetti. El yordamıyla ıslak ve ezilmiş ucu buldu ve sigarayı tutan parmaklarını boşa aldı. En ucundan parmak ucuyla kavradığı sigarasından son nefesini çekti.

İmgesine son rotuşları yapmak için sağı solu sakince inceliyor. Serviler, patika, kızıl çamlar, alttaki başaklık ve sapsarı çayır, solda direk (ki yine takıldı kafası istemeden), lambası kayalığın üstüne sarkarken kayalık da yolun işte hemen kıyısında duruyor. Gökyüzü şimdi daha da aydınlanmış gibi, "ne tuhaf, tepemde gün batarken burada gün doğuyor sanki" diye düşünüyor. Servilerin arasına dalıyor, o taşlar mezar taşı mı? Düşünmüyor görüyor artık, emin olmak için kayalığa çeviriyor gözünü, ara verip tekrar bakacak ama kayalıkta biri var. Şaşkına dönüyor, panikten neredeyse gözlerini açacak, kaçıyor kayalıktan.

Şimdi saman yığınlarının oraya, oradan kızıl çamlara oradan başakların arasına oradan, boydan boya tümseğe göz gezdiriyor, bir noktada bir an duraklasa karşısına yeni bir detay çıkacak diye korkuyor, bakışlarını kaçırmaya, sakinleşmeye, vakit kazanmaya çalışıyor adeta. Acaba adam gitti mi?

Sigarası parmaklarını yakmaya başladı, bir adım öteye eğilerek yere bıraktı sigarasını, yerini belleyerek doğruldu ve ayağıyla ezdi. Gözlerini ovuşturdu, sanki tahtayı sildi, kafasını iki yana sertçe salladı, bir daha deneyecek.

Mezar taşlarını görüyordu, gerçi epeyce uzakta, epeyce ufaktılar ama ağaçların arasında daha diplerde ya da yolun kıyısına doğru apaçık, dizi dizi mezar taşlarıydı bunlar. Nasıl olmuştu da az önce fark etmemişti, ışık dönmüş olmalıydı. Gökyüzünde güneşin izini arıyor, az eğilse belki de, ağaçların arasından hüzmesini seçecek.

Adam geliyor aklına, kayanın eteğindeki bir çıkıntıya ilişmiş, belki de otobüsü bekleyen bir köylüdür diyor. Bacaklarının arasında sıkıştırdığı heybesini faş ediyor adam, bu bir yolcu. Daha biraz önce çatlakların arasından baş vermiş filizleri bile tek tek seçerken bu adamı görememiş olmasına şaşırıyor, onu da çalıların arasına karıştırmış olabileceğini düşünüyor ama nasıl olur, adamın gömleği bembeyaz! Evet endamı çalılar kadar ama aralarında öyle büyük bir renk farkı var ki, bunu ayırt edememek için kör olmalı diye düşünüyor. Az önce inmiş olabileceği otobüse ya da yürüyüp gelmiş olabileceği yöne bakıyor, elektrik direğinin arkasına doğru sarkabilse görecek.

İki küçük adımla küpeşteye vardı, iki eliyle kavrayıp üstüne abandı ve öne doğru sarktı.

Direğin tamamını görebiliyor, hatta ardındaki görüntüyü tam olarak odaklayamasa da yolu seçebiliyordu. Sağa baktığında ise birden yüzünde bir sıcaklık hissetti. Daha sağda, ileride serviler seyreliyor ve aralarından güneş parlıyordu, demek oradaymış diye düşünürken gülümsüyor.

Rahatlamıştı, ılık akşam rüzgarı gömleğinden içeri süzülüyor, uzaklardan denizin kokusunu taşıyordu. Doğruldu, ellerini cebine sokarak havayı derin derin içine çekti. Kafasını kaldırdığında ışıltılı, yumuşak renkleriyle bulutları fark etti, sanki deniz göğe yükselmiş de verandanın saçak dantelleri sahilini örüyordu. Hafiflediğini hissetti.

Şimdi çocukluğunu düşünüyor. Gözleri, kafasının içine dönüp oralardan çıkarmayı umduğu resimleri kovalar gibi göz kapaklarının altında kıpır kıpır.

Rüyasında top oynuyor, adını şu anda hatırlayamadığı ustura tıraşlı, koca kafalı çocuktan topu istiyor, top acemi bir vuruşla soldaki bayırdan aşağı doğru kaçmaya başlıyor. Topun yirmi metre kadar aşağıda takılıp kaldığı yer bir çalılık, bayır çakıllarla kaplı ve düşmemek için o kadar tedbirli ki, kıç üstü kayarak inerken pantolonunun yırtıldığının bile farkında değil. Kuşburnunun dikenleri elini dalıyor, top patlamamış neyse ki. Elinde topla yukarı çıkamayacağını anlıyor, topu sırtına, atletinin altına sıkıştırıyor. Her tırmandığı metrenin yarısı ziyan, kolları da bacakları da sızlıyor artık, avuçları sıyrık içinde.

Topun yavaştan süzülüp sırtından aktığını duyuyor, arkasına dönemeden top yuvarlanıp kaçıyor, arkasından öylece bakıyor, yapacak birşey kalmayınca oturup anısını kaydetmek istiyor sanki, pür dikkat...

Derin bir iç çekti, gömlek cebinde sigarasını el yordamıyla buldu ve filtresini kırıp dudaklarına götürdü. Sigarasını yakmadı, dudaklarında öylece sallanırken, çakmakla oynuyor, uyanıyordu.

Güneş iyiden iyiye alçalmış, kayalıktaki adam gitmiş, rüzgar biraz daha serin şimdi, hafif bir ürperti geliyor.

.....

İçeri geçmek için arkasını döndüğünde gözlerinin hala kapalı olduğunu fark etti, hiçbirşey göremediği için gözlerini açmayı düşündü. Elbette buna henüz izin veremezdim, daha vakti gelmemişti. Yanına yaklaştım ve omzuna dokundum, irkilerek bana doğru döndü, şaşırmıştı çünkü görmeyi beklediği birşey değildim.

İki ihtimal olabilir, ya dehşete kapıldı ve geceleyin yüzüne tutulan fenerin ışığı karşısında bir tavşan gibi dona kaldı ya da yeni bir rüyaya daldı, kafasının içindekilerden korkmayı henüz bilmiyordu. Ona şimdi hazır olmadığını ancak hazır olduğunda, az önce baktığı manzaraya gözleri açık bir kez daha bakabileceğini ama ondan da önce şu anda daldığı rüyadan uyanması gerektiğini anlattım. Sanki beni dinlemiyor ya da en azından anlamıyor gibiydi. Tüm dikkatiyle beni inceliyordu.

Ağacın tepesinde buldum kendimi, o ise en tepedeki dala çıkmış, olgun meyvelerin hepsine el koymuştu. Bizim yaklaşmamıza, meyveleri ellememize bile izin vermiyor, kalesini savunuyordu. Kendisi de hiçbirine ellemiyor, adeta yemek için değil ama bizim yemememiz için onları alıkoymak kendisini gerçek bir tiran gibi hissettiriyordu ona. Diğer çocuklar bu rolü çoktan sahiplenmiş, verdiği görevler gittikçe anlamsız ve güç hale geldiği halde büyük bir şevkle emirleri uyguluyor, gözüne girdiklerinde alabilecekleri meyvelerin hayalini kuruyorlardı adeta. Kupkuru, yapraksız bir dalın üstünde onları izliyordum.

Hala ağaçta olmalıydı ve beni de orada, hayalinde tutmak için gözlerini sımsıkı yummuş, direniyordu. Beni iteklemesine izin vermemek için kollarımı ileriye doğru iyice uzatarak omuzlarını sıkıca sarstım, boynu acımıştı, ellerini boynuna götürürken bıraktım. Şimdi bir yandan ilerideki tümseğe doğru bakıyor bir yandan da boynunu ovuşturuyor.

Saman tepelerinin arasında bir at arabası, yükünü almış yola doğru uzaklaşıyordu, başaklarını artık taşıyamayan buğdaylar rüzgarda dalga dalga yatıp kalkıyor, kızıl çamlardan havalanan kuş herhalde yuvasına dönüyor, kayalık iyiden iyiye karanlığa gömülüyordu.

Sigarası dudaklarına yapışmıştı, ağzından çekerken kağıdın bir parçası dudaklarında kaldı, diliyle ıslatıp yuvarladı ve tükürdü. Sigarasının kalanını yaktı, bana kayıtsız kalmaya çalışıyordu belli ki biraz da sakinleşmek, kızdırmıştım onu.

.....

Alacakaranlığın kör edici ışıkları altında herşey birbirine karışıyor, manzara adeta renksiz bir minyatüre dönüşüyordu. Herşey yer değiştiriyor, ağaçlar mı bulutlara yoksa bulutlar mı ağaçlara dönüşüyordu artık seçemiyordum. Etrafıma bakınmaya başladım ve hemen yanıbaşımda onu, arkasındaki saman yığınlarından güç de olsa ayırt etmeyi başardım. Ellerini verandanın çitine dayamış, elindeki sigarasının koru, uzayıp gitmiş küllerin altında kaybolmak üzereydi. Kül bir perdenin ardında seçebildiğim bu kor o anda çevremdeki tek renkti, gözümü alamadan bakıyordum.

Ne kadar geçtiğini kestiremediğim bir süre sonra ellerini farkettim, eller onundu. Ama onu net olarak seçemiyordum, uykuya dalmış olmasa biraz olsun hareket eder ve ben de kımıldayan hatlarından onu kestirebilirdim diye düşündüm ancak artık bilemiyorum, derin bir uykuya mı kapaklanmıştı yoksa sımsıkı yumduğu gözlerinin ardında dalgın dalgın etrafı mı seyrediyordu. Gözlerini yokladım, düşlerindeyken kıpır kıpır oynaşan gözleri şimdi sabitti, göz kapakları, yummaktan yorulan kaslarıyla suratını buruşturmuyordu, uyuyor olmalıydı.

Karanlık çöküyordu, ertafta olup biten tamamen kontrolümden çıkmış haldeydi, hiçbirşeyin yerini tam olarak kestiremiyordum ve o uyuyordu. Derin, kapkara ve rüyasız uykusu her yeri kaplarken ben gittikçe körleşiyordum.

Omuzlarımda sımsıkı iki el hissettim, şiddetle sarsılıyordum, kollarım birer külçeye dönüşmüştü de karşı koyamıyordum sanki. Oydu bu biliyordum ve az önce ona yaptığımın intikamını alıyor gibiydi, bana yardım etmek için böyle davrandığını düşünemeyecek kadar bitap bir haldeydim, alınmış ve kızmıştım, bu nedenle aradığı intikamsa bunu başarmıştı.

Sabaha henüz birkaç saat olmalı, hava iyice soğudu, sessizlik soğukta kayboluyor, hava kendi içinde çınlıyor gibi. Bekliyoruz, ne tuhaf, her şeyi anladığımı sandığım yerdeyim ama avuçlarımdaki küpeşte hakkında dahi bildiğim tek şey ne kadar da kuru olduğu, başka hiçbir şey değil.

Yüzlerimizi verandanın dışına doğru çevirmiş ilerideki koruya doğru dümdüz bakıyoruz. Gelişi önlenemez şafak vaktini beklerken hiçbir beklentim yok, ne tuhaf, şafak yolda, uykum geldi!

ısıkaybı

Fotoğrafım
yalnızlık ürpertmez, ürperten ısıkaybıdır.