brüksel garı

0 yorum




bu gonderi gelistirilmeli (peki neden burada?)

0 yorum
hayatıma nereden girdiğini hatırlayamam işe ayrı bir tuhaflık katıyor ama bu küçük resmi eski ajandalarımdan birinin arasında ve arkasında "lavta çalan melek" ismiyle bulduktan sonra araştırmamın tam da resmin kendisinden kaynaklanan nedenleri olduğunu görüyorum...



Presentation of Jesus in the Temple (Detay)
Vittore Carpaccio
1510
421x236 cm


hiçbirşeysonsuzadekgizlenemez

0 yorum


bunnardan biri tümdengelim diğeri tümevarım...

hadi bakalım!

sp:
bu bir çınar ağacıdır
dalları gövdesinden değil
hepberaber topraktan fışkırır
o kadar bir ağaçtır

mayoz matematik

1 yorum

Mayoz bölünen bir dünyada matematiksel olarak her şey yeniden gözden geçirilmek zorunda kalırdı. Mitoz dünyamızda mesela 1/2 işleminin sonucu 0,5 olmalıdır. Ayrıca 1/0,5 ise 2 olacaktır. Oysa ki mayoz bir dünyada bir şey ikiye bölündüğünde (1/2) sonuç 2 olmalıdır. Yani 1/0,5=1/2 olmak durumundadır. Tabi bu noktada 1/0,5 işleminin mitoz dünyada dahi gündelik hayatta karşılıksızdır. Sözel kullanımda bir şeyi yarıma bölmek tamamen saçmadır. Bir şey olsa olsa 2’ye 2,5’a 3’e falan bölünebilecektir. Ve bu bölünme mitoz olarak gerçekleşeceği için de her zaman parçalar bütünden küçük olacaklardır. Peki ya gözle göremediğimiz o mikrokozmoz, hücrelerimiz? Onlar belli bir şifreyi bir daha bir daha üreterek çoğalırlar. Ortada bir azalış ya da mevcudun korunması değil basbayağı çoğalma ve büyüme olgusu vardır. Hayatın mayoz alanında, matematik alanının dışında kaldığından, tarifi güç şeyler olmaktadır.


(12.04.2004)

babra bubrik *

0 yorum



* :)

söz

0 yorum

Sizi bilmiyorum ama okumayı ve yazmayı ilk söktüğüm günden beri benim sildiklerim yazdıklarımdan fazla oldu her zaman. Mükemmeliyetçi falan da değilimdir, hatta birçok kez patavatsız bile olabilirim. Tahminim odur ki benim gerekçem söze verdiğim değerdir. Öyle sanıyorum ki birçoğumuz buna benzer bir hikayeye sahip yani, yazdıklarını sürekli düzeltmekten, bu sorumluluğu duyduğu için ayıklayıp durmaktan ortada yazı, konuşurken de söz bırakmaz hale getiriyorlar işi.

Mesela bir gecede sayfalar dolusu yazabilir ama bütün bunları sabah gün ışırken 1 dakika içinde silebilirim. Önüme aynı anda 6 tane konu koyar, bunların izini sürüp inceleme hazırlamaya koyulur ancak dipdibe girişmiş bu ayrık heveslerin birbirine çarpmasına engel olamam ve hepsini dağıtabilir ya da en iyimser ihtimalle yarıda bırakırım. Bir kitap okurken, onunla eş zamanlı olarak onu bitirmek için bir neden ararım. Bitirebilirsem onu yazabilirim hatta daha da iyisi onu konuşabilirim ama bunların hiçbirini yapmaya fırsat bulamayışlarım da oldukça çok olur. Ötesini uzakta seçebildiğim şeylere giderken, yolda el altındaki yumuşak meyvelere dalıp gider, yönümü karıştırırım. Sonra sarhoş olurum, sonra ayılır ve sarhoş olmayı değil içmeyi sevdiğimi telkin ederim kendime, sonra kederimden yine sarhoş olurum ve yine ayılır, yine sorarım kendime, cevabımı tamamlamadan yine içmeye koyulurum.

Attığım taşın ürküttüğüm kurbağaya dokunması gerektiğini öğrenmiştim yıllar önce, şimdi ise, hedefi vuramamaktan dolayı kendime kızdığım için utanıyor, utandığım için kızıyor, kızdığım için utanıyorum...

…ki karaköy köprüsüne yağmur yağarken
bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
çünkü iki kişiydik…(cemal süreya)

Burada sorun “kibir”dir. Tüm birinci tekil şahıslarımla yüzyüze hemen hiçbirşeye ket vurmadan söz söyleyebilme şansımı, yeni birşeyler diyemeyecek olma ruh haliyle*** ezip geçtiğim zaman ya da diğerleriyle ve diğer ortamlarda (mesela e-posta grupları) atılan bir mesaja (ilişkiye geçtiğim halde) olumlu ya da olumsuz herhangi bir yanıt yazmadığım durumlarda içimde kabaran büyük olasılıkla kibirdir. Sonrası çorap söküğü gibi geliyor, zira; “söyleyecek sözü olan şimdi konuşsun ya da ebediyete kadar sussun” benzeri bir donma yaşanıyor çoğu durumda. Böylece kendi sesimizi ancak etraftan gelen yankılar sayesinde duyabildiğimiz için ses gelmediğinde sessizlik besleniyor, söz kaybediyor.


*** Bunun bence en tipik hali “nasılsın” sorusunda. “iyiyim”den daha parlak bir cevabı olmadığını düşünen birçok insanın bu soru cevap törenini teferruat olarak geçiştirmesi ihmal edilebilecek bir durum mudur? Halbuki kendine ait bir çok şeyi paylaşma olasılığı içeren böyle bir daveti bana kalırsa boş bir kibirle baştan savıyoruz birçok kez.

angelus novus*

0 yorum
"Klee'nin "angelus novus" adlı bir tablosu var. bakışlarını ayıramadığı bir şeyden sanki uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor: gözleri faltaşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir, yüzü geçmişe çevrilmiş. bize bir olaylar zinciri gibi görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket. biraz daha kalmak isterdi melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek... ama cennet'ten kopup gelen bir fırtına kanatlarını öyle şiddetle yakalamıştır ki, bir daha kapayamaz onları. yıkıntılar gözlerinin önünde göğe doğru yükselirken, fırtınayla birlikte çaresiz, sırtını döndüğü geleceğe sürüklenir. işte ilerleme dediğimiz şey, bu fırtınadır."

Walter Benjamin, Pasajlar

not: ayrıca oku: http://akildefteri-turkiye.com/arsivoku.asp?feox=41 ve üzerine düşün, zizek'i unutma...

* "
Yenilik anı, yeni oluşum, "Angelus Novus" -zamanı geldiğinde- birden belirecek. Bu yüzden bizim kuşağımız yeni bir anayasa inşa edebilir. Şu istisna ile ki, bu bir anayasa olmayacaktır..."
(toni negri, kurucu cumhuriyet)


çekidüzenle

0 yorum
ben cevap haklarını hep çok sevmişimdir, bir sürü cevap hakkım olsun, onları şöyle günü gelince tatlı tatlı kullanayım, gezdireyim orda burda... sonra hesabı da kapamam, bunları gene toplar, yıkar, ütüler, yerlerine kaldırırım, birgün gene kullanırım gerekli gereksiz.

birisi yazmadan ya da demeden de cevap hakkı yaratırım ben kendime, bazı arkadaşların birşey demesine bile gerek yoktur yani, ben illa yaratacaksam yaratırım kendi cevap hakkımı kendim kendime.

hatalıysam lütfen...

farmakolojik özellikleri

0 yorum
genç bakış diye birşey vardı tvde, dün maruz kaldım. abdüllatif şener vardı konuk, süleyman demirel universitasında konuklanmıştı. konuştu, saçmaladılar, saçmaladı, konuşamadılar. ama en azından bana eziyet haklarını kullandılar, aferim dedi babaları ve de anneleri eminim. kalktı 23 yaşındaki "höbölö" dedi sanırsam, oturdu 28'lik olan hönkürdü, ne dediler bilemedik. sonra gel vakit git vakit sızmışım. ama sızmadan beş önce kürsü diye birşeyin arkasına kocaman amcalar ve de aplalar çıktı. sonradan öğrendik bunlar öğrenci imiş... üzücü tabi.

telefona bağlandı bağıran bir adam. gazi babasını yad etti bana, şehit dedi, kutsal birşeylerden bahsetti, asmayıp beslemek kanına dokunmuştu, ada dedi, "o" dedi (ada? o? anladım gibi oldum), sonra yine gazi dedi, şehit dedi, iyi akşamlar dedi... bu arada süleyman demirel universitası talebeleri avuçlarını telefondaki adama feda ettiler, canları feda olsundu adeta. sonra erhanla ben bir ara birbirimize baktık, tvdeki akıl tutulmasının sebebini birbirimizin suratında arar gibi bön bön.

bön apetit

(6.11.07)

medley

0 yorum
bu yazı okunurken dinlenecek ( çünkü ben onunla yazdım): pink floyd, echoes, medley

ince ince ip ayıklar gibi, başka da bişeye yanaşmadan, kendince bir oyun oynayan bir adam oturağında. oturuyor mu? hayır bu kadar basit deil. pullarını kesiyor telaşla. doğruyor, ayırıyor, bıçağı kör, elleri kör, sigarası ilgisizlikten bitmiş, tükenmiş, bitap halde. ayağa kalkar adam, dururken öylece hepten terli duvara bakar, duvar terli adam sarhoş, sigara ölüyor, pullar yapış yapış, yanıyor duvar, yanıyor pullar, sigara sönerken adam pul yalıyor, pullar yanıyor, adam yalıyor pulları, kesiyor pulları, pullar kesiyor adamın dilini, adam yanıyor, sigara yanıyor, duvarlar sırılsıklam, pullar kesiyor dilini, konuşmayan duvarlar adamı yalıyor, adam, dilim dilim, masa duman altı, masa üstünde duman, altında pullar, duvar ıslak, sigara bitik, ama adam terliyor, bıçak elinin altında, eli ıslak adamın, sigara dilimliyor, duvarlar duman altı, sigara isteksizce yanıyor, sönüp duruyor pullar, adamın ağzı kan, adamın dili dilim dilim, bıçak adamın yanan elinde, pullar duvara yapışmış, duvarlar eriyor...

(bir aralar)

oyun

0 yorum
taş makası kırar, makas kağıdı keser, kağıt taşı paketler...

haysitdown!

0 yorum
ankara'nın valisi sandığım veysel eroğlu meer orman bakanıymış. hımm... "bak, ankara susuz kaldı mı? kalmaaaz... meslek sırrı, yüzde sıfır bile olsa kalmaz" buyurmuş. ne hoş insanlar var şu dünyada, hani gülsem gülerim, illa mendeburluk edeceksem döver rahatlarım, iyi ki gelmişim...

-meslek sırrı ayna sırrı gibi birşey diye düşünürüm, aynanın sırrı da bende aynacıların sırrı gibi çağrışım bırakır. sır dediğin, aynamız parlasın deyu camın ensesine onu bunu sürerken bulunan isli pisli birşey işte... amca sır demiş bir de, gizem katmış olaya-

eroğlu dediğin bir büyücü eloğlu...

boksör

0 yorum

faideli bilgiler

0 yorum
"disleksi doğuştan gelen gelişimsel ve travmaya bağlı disleksi olarak ikiye ayrılır. ... disleksi, gelişimsel okuma bozukluğu olarak da nitelendirilir"

annadım, nası oldu?

"travmaya bağlı"

annadım, şindi nasılsın?

"ikiye ayrık"

annadım. en güzeli...

böölece seni hiçbişi şaşırtmaz, ya da herşey şaşırıtır ya da her ikisi de ama buna takmazsın ya da takarsın ya da her ikisi de ama unutursun nasılsa ya da unutmazsın ya da her ikisi de ben iplemem nasılsa.

öptüüüm

günnerin topüğü-9

0 yorum
bir keresinde de balkonda karıncalara şeker vermiştim, çok sevdiklerini anlamış, yuvalarından içeri boca etmiştim kalanını. o günlerde şeker karneyle veriliyor olabilirdi, olsundu, benim tüm şekerlerim 5'ti bi kere.

(küçükken 3 yaşında olmak)
0 yorum



kimin çizdiğini not almamışım ancak müziği anımsamak üzereyim...

ısıkaybı

Fotoğrafım
yalnızlık ürpertmez, ürperten ısıkaybıdır.