söz

Sizi bilmiyorum ama okumayı ve yazmayı ilk söktüğüm günden beri benim sildiklerim yazdıklarımdan fazla oldu her zaman. Mükemmeliyetçi falan da değilimdir, hatta birçok kez patavatsız bile olabilirim. Tahminim odur ki benim gerekçem söze verdiğim değerdir. Öyle sanıyorum ki birçoğumuz buna benzer bir hikayeye sahip yani, yazdıklarını sürekli düzeltmekten, bu sorumluluğu duyduğu için ayıklayıp durmaktan ortada yazı, konuşurken de söz bırakmaz hale getiriyorlar işi.

Mesela bir gecede sayfalar dolusu yazabilir ama bütün bunları sabah gün ışırken 1 dakika içinde silebilirim. Önüme aynı anda 6 tane konu koyar, bunların izini sürüp inceleme hazırlamaya koyulur ancak dipdibe girişmiş bu ayrık heveslerin birbirine çarpmasına engel olamam ve hepsini dağıtabilir ya da en iyimser ihtimalle yarıda bırakırım. Bir kitap okurken, onunla eş zamanlı olarak onu bitirmek için bir neden ararım. Bitirebilirsem onu yazabilirim hatta daha da iyisi onu konuşabilirim ama bunların hiçbirini yapmaya fırsat bulamayışlarım da oldukça çok olur. Ötesini uzakta seçebildiğim şeylere giderken, yolda el altındaki yumuşak meyvelere dalıp gider, yönümü karıştırırım. Sonra sarhoş olurum, sonra ayılır ve sarhoş olmayı değil içmeyi sevdiğimi telkin ederim kendime, sonra kederimden yine sarhoş olurum ve yine ayılır, yine sorarım kendime, cevabımı tamamlamadan yine içmeye koyulurum.

Attığım taşın ürküttüğüm kurbağaya dokunması gerektiğini öğrenmiştim yıllar önce, şimdi ise, hedefi vuramamaktan dolayı kendime kızdığım için utanıyor, utandığım için kızıyor, kızdığım için utanıyorum...

…ki karaköy köprüsüne yağmur yağarken
bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
çünkü iki kişiydik…(cemal süreya)

Burada sorun “kibir”dir. Tüm birinci tekil şahıslarımla yüzyüze hemen hiçbirşeye ket vurmadan söz söyleyebilme şansımı, yeni birşeyler diyemeyecek olma ruh haliyle*** ezip geçtiğim zaman ya da diğerleriyle ve diğer ortamlarda (mesela e-posta grupları) atılan bir mesaja (ilişkiye geçtiğim halde) olumlu ya da olumsuz herhangi bir yanıt yazmadığım durumlarda içimde kabaran büyük olasılıkla kibirdir. Sonrası çorap söküğü gibi geliyor, zira; “söyleyecek sözü olan şimdi konuşsun ya da ebediyete kadar sussun” benzeri bir donma yaşanıyor çoğu durumda. Böylece kendi sesimizi ancak etraftan gelen yankılar sayesinde duyabildiğimiz için ses gelmediğinde sessizlik besleniyor, söz kaybediyor.


*** Bunun bence en tipik hali “nasılsın” sorusunda. “iyiyim”den daha parlak bir cevabı olmadığını düşünen birçok insanın bu soru cevap törenini teferruat olarak geçiştirmesi ihmal edilebilecek bir durum mudur? Halbuki kendine ait bir çok şeyi paylaşma olasılığı içeren böyle bir daveti bana kalırsa boş bir kibirle baştan savıyoruz birçok kez.

Hiç yorum yok:

ısıkaybı

Fotoğrafım
yalnızlık ürpertmez, ürperten ısıkaybıdır.