Bir şirketin ofis odalarından biri. Oda hafiften loş, bir yaz sabahının ışığı pencereden içeri süzülmekte, sessiz masa ve dolaplarla neredeyse dolu bir oda. Tek ses çalışıp duran vantilatör sesi, ritmik dönüşüyle odayı turlamakta.
Bir adam koltuğunda arkasına iyice yaslanmış, elleri ensesinin arkasında kavuşturulmuş, gözleri kapalı, vantilatörün sesini dinlemekte, dinlenmekte.
Ve sonrasında gelişen olaylar...
11.tez
Znet’teki michael albert’in (tabi bu sıralar zizek’in “paralaks”ını okumaya çalıştığımı bu yoldan albert’le zizek arasında görüntü çakıştırması yapan bir perspektiften buralara geldiğimi eklemem gerek) “yapışkanlık sorunu” üzerine konuşması (istanbul odtü mezunları derneğindeki konuşmasının metni) akabinde chomsky’nin aynı sitedeki “iktidarın yüce ruhu” makalesine sürtünerek tekrar albert’tan bu kez alan sokal’a dönüşle onun ünlü “"Transgressing the Boundaries: Toward a Transformative Hermeneutics of Quantum Gravity" [Sınırları Aşmak: Kuantum Yerçekiminin Dönüşümsel Bir Yorumsamasına Doğru]” metninin çevirisini google’larken karşıma çıkan “derridana hastalığı” isimli ekşi sözlük başlığına daldığımda derrida’nın yapıbozumculuğuna komik değinen yazar (ekşi) dragot’un;
“creutzfeld jacob disease'in daha yeni bir varyantı. nörodejeneratif bir prion hastalığıdır. beynin özellikle wernicke ve broca alanları arasındaki bağlantıda bir yapıbozuma sebep olarak gösteren ve gösterilen arasındaki ilişkinin saplantılı bir fikir haline gelmesiyle tanımlanan bir psikiyatrik sendrom şeklinde ortaya çıkar.”
ardından da yazar gari’nin;
“tamirci olmayan tamircilerde gözükür. fr. kifayetsiz muhterissmé.
bir örnek-semptom:
bozuk olan teybiniz alır eline. parçalarına ayırır. sonra size dönüp "işte bozuk bu" der. siz ona "evet bozuk olduğunu biliyorum ama nasıl tamir edilebilir?" dediğinizde "bu benim işim" değil diye yanıtlar. oldukça kendine güvenli ve küstahtır bu sırada.
ben sosyoloji fakültelerini kırıp geçiriyormuş diye duydum. itlaflık.”
girdileri harikaydı... bu yoldan tekrar takıldığım yere dönüp bakayım; michael albert istanbul’daki konuşmasında yine esprili şekilde şunu söylüyor:
“60’lardan bu güne kadar solcuların yazdığı-ürettiği, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, kapitalizmin, savaşın ne kadar kötü olduğunu anlatan bütün bildirileri, yazıları, kitapları, videoları ve söyleşileri üst üste koysak Ay’a ulaşacaktır. İnsanlar bize “lütfen yoksulluğun ne kadar kötü olduğunu bir kere daha açıklar mısın?” diye sormuyor. Ya da “hadi cinsiyetçiliğin ne kadar kötü olduğunu bir daha anlat” ya da “bombalar nasıl öldürür?” demiyor. “Ne istiyorsunuz?” diye soruyor. Bizse Ay’a kadar ulaşan yazılarımızla insanları sıkıntıya sokan şeylerin ne kadar kötü olduğunu tekrar edip duruyoruz. Tamam, olayların sebepleri hakkında çok derin hatta bazen de oldukça zekice yorumlar yapabiliyoruz, ama yine de …”
işte herşey böyle başladı...
“die philosophen haben die welt nur verschieden interpretiert, es kommt darauf an, sie zu verandern.”
“creutzfeld jacob disease'in daha yeni bir varyantı. nörodejeneratif bir prion hastalığıdır. beynin özellikle wernicke ve broca alanları arasındaki bağlantıda bir yapıbozuma sebep olarak gösteren ve gösterilen arasındaki ilişkinin saplantılı bir fikir haline gelmesiyle tanımlanan bir psikiyatrik sendrom şeklinde ortaya çıkar.”
ardından da yazar gari’nin;
“tamirci olmayan tamircilerde gözükür. fr. kifayetsiz muhterissmé.
bir örnek-semptom:
bozuk olan teybiniz alır eline. parçalarına ayırır. sonra size dönüp "işte bozuk bu" der. siz ona "evet bozuk olduğunu biliyorum ama nasıl tamir edilebilir?" dediğinizde "bu benim işim" değil diye yanıtlar. oldukça kendine güvenli ve küstahtır bu sırada.
ben sosyoloji fakültelerini kırıp geçiriyormuş diye duydum. itlaflık.”
girdileri harikaydı... bu yoldan tekrar takıldığım yere dönüp bakayım; michael albert istanbul’daki konuşmasında yine esprili şekilde şunu söylüyor:
“60’lardan bu güne kadar solcuların yazdığı-ürettiği, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, kapitalizmin, savaşın ne kadar kötü olduğunu anlatan bütün bildirileri, yazıları, kitapları, videoları ve söyleşileri üst üste koysak Ay’a ulaşacaktır. İnsanlar bize “lütfen yoksulluğun ne kadar kötü olduğunu bir kere daha açıklar mısın?” diye sormuyor. Ya da “hadi cinsiyetçiliğin ne kadar kötü olduğunu bir daha anlat” ya da “bombalar nasıl öldürür?” demiyor. “Ne istiyorsunuz?” diye soruyor. Bizse Ay’a kadar ulaşan yazılarımızla insanları sıkıntıya sokan şeylerin ne kadar kötü olduğunu tekrar edip duruyoruz. Tamam, olayların sebepleri hakkında çok derin hatta bazen de oldukça zekice yorumlar yapabiliyoruz, ama yine de …”
işte herşey böyle başladı...
“die philosophen haben die welt nur verschieden interpretiert, es kommt darauf an, sie zu verandern.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)