Amsterdam'da tek bir gün geçirme şansınız var, zira Antwerp'ten dönüş uçağınızı bilerek Amsterdam'dan ayarlamanıza rağmen sadece son iki gününüzü oraya ayırabilmişsiniz.
Buralardan gidildiğinde midir nedir, ne Hamburg, ne Antwerp ne Barselona'ya benzemeyen bir gariplik var bu kentte. küçücük ama içi dolu turşucuk gibi birşey. Elli tane şey anlatılabilir ve burada bir daha anlatmam ise tekrara kaçabilir. Sadece netten bile yüzlerce yazı binlerce fotoğraf incelenebilir. Ama başta dediğim gibi bu tuhaf, keşfetmek isteğini kamçılayan bu kentte sadece bir gün geçirme şansın olsa bu günün yarısını bir müze binasının içinde geçirir miydin?
Evet. Amsterdam'daki tam 4 buçuk saatimi Van Gogh Müzesinde geçirdim. Çıktığımda tabanlarım sızlıyordu ve sersemlemiştim, ama sersemleten yorgunluk değil müzenin zaman-dizinsel ziyaret rotası üzerinde gittikçe artan şaşkınlık, hayranlık ve kederdi. Daha önce çok resmini görmüştüm, bayılmıştım ama gördüklerimin hiçbiri görmekte olduklarımdan biri bile değildi sanki. Bir resmin birebir etkisinin, bir performansın eş-zamanlılığının bu denli güçlü olabileceğini daha evvel nedense kestirememiştim. Zaman-dizinsel seyir zaten bildiğim ya da bildiğimizi sandığım sona doğru ilerlettikçe yanılgımın da ötesinde derin bir hüzne, bir kaygıya kapıldım. Sanki az sonra, büyük ihtimalle "son tablosunda" onun ölümüne tanıklık edecekmiş gibi. Sarı rengi kullanışından bahseden hiçbir yazı orada gördüğüm sarıyı anlatamamıştı, hiçbir tasvir o rölyefe kayan boya katmanlarını betimleyememişti sanki.
Evet ilk kez gidilen bir kentte, üstelik bu kent Amsterdam bile olsa, sadece bu serginin ziyareti bile tek başına bir seyahattir derim ben.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder