yarım kalan yarım kalıyormuş meğer..!

Yetersiz çaba uyku getirmiştir. Bu sıkıntının aşılması gereklidir. Kalemin ucu kurumaya başlamıştır. Eklemlerdeki genel güçsüzlük, boyun ve bel üzerinde rahatsızlık oluşturmuş, tüm oturma biçimleri bu durumun halledilmesi sorunu üzerine seçilmiştir. Bir yandan yarın sabaha bir an önce kavuşmaya çalışan, uyuyan beyin, bir yandan da durmadan irkilerek direnç geliştiren arzu.

.......................................................................................................................................................

İmkansız olan birşeyin kalmamış olması düşüncesi herşeyi yapabilme umudunu doğurmuyor. Bunun ispatı da hemen ardından gelen bir sıkıntı yığılması ve adaletsizlik duygusu oluyor. Eylemde bulunma isteğini açığa çıkaran şeyin “sonra” olana duyulan güven ve ilerleme mitine duyulan inançla bağlantılı olması yüzünden bugün eylemler de sadece kaba bir devinim ve aldatmacadan (çekicilik kırıntıları taşıyan) ibaret. Plastiğin işgal ettiği anlam dizisinin bizde uyandırdığı herşeyin içinde biraz da geçip gidiverme, erime, buharlaşma hissi var. En dayanılmaz olan da, görünüm olarak başka bir malzemeyi andıran kaplamalar oluyor. Ahşap ya da tuğla olduğu hevesiyle uzanan bir elin içi boş, kaygan, hafif ve ölgün bir plastik yüzeye dokunduğu andaki hayal kırıklığı zamanla öfkeye ve tiksintiye dönüşüyor.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

şok güzel yazmışsın, şimdi gevezelik edeyim biraz, tamam şu post-modernizm denen illet geldi, bir yavşama, anlamsızlık buhranları, igelerden imaja ve ruhlardan bedenlere kaydık, bize de katıldığını hissettik, amma velakin şu da olmadı mı, hani diyelim ki eski sağlamdı, o zaman basitçe dersin ki bu yeni yaramaz bana eskisinden ver, ama belli ki bu olamıyor, ufladım, gümledim, noolcak bu dünyanın halinden den noolcak benim halime ye düşmüş bi ton insan tanıyorum, nerde ya özgürlük, ki ben bi kadının özgürlüğü yüzünden düşülebilecek en berbat hapishaneye de girdim, bu nasıl bir çelişkidir, dedim ya gevezelik, bir facebook daveti aldım, zeitgest nedir ne değildir etkinliği, (etkinlik, aktivistlik performans gibi kavramlara ısınamadığımı belirtmem gerek) neyse şu deniyor, gerçeği aramak, gerçeği bulmak zorundasınız, gerçek sizi özgür kılar, çok acele 300gr gerçeğe ihtiyacım var, zeki olduğun belli, bak bi ton istemiyorum, yardımcı olursan sevinirim,,,

ısıkaybı dedi ki...

:) öncelikle haşa! gerçeğe mazhar olmuşluğumuz yok, ki hani hikaye bu ya, olmuş olsak elbet sokağa çıkar da ya haykırır ya da başka nasıl ifşa edebilirsem o şekilde ederim sanırım, ama yine de bilirim ki ancak alabilen alır. ama dediğim gibi haşa! ancak birşey demem lazım ki hani blogunda da alıntılamışsın yıldırım türker'in "bende savaşın resmi, vietnamlı napalm kurbanı bebeklerdir" diye, o misal gerçeğin de olsa olsa o biçim dramatik imgelerinin gözümün önünde uçuştuğu oluyor benim de bazen bir film izlerken bazen okurken ya da dinlerken. ama ne tuhaftır ki yaşarken o kadar sık başıma gelmiyor. yani bir olayın tam göbeğinde pek yaşamıyorum o hissi. bu mudur acaba bizleri evlere kapatan, ya da aragon "en büyük eylemsizlik okuludur sinema" derken bunu mu demiştir bize de akıllanamamışızdır, yaşadığımız yaşantının ehil olmayan bir elden çıkmış bir tefrikası mıdır?

nekibu dedi ki...

sanmıyorum ki eskisi kalsın yenilemeyelim, yeni olan her şeye karşı çıkalım, özgürlük yolunda kendimizi hapsedecek kadar da aklımızı başımızdan atalım vs.vs. vs. deniyor olsun.
anladığım şudur ki; var olanın üzerine konulacak bir taş varsa eğer sizin de koyduğunuz taşın üzerine bir başkasının gelmesini ümit ediyor istiyorsanız, koyacağınızın taşın orada bir miktar da olsa kalabilmesi az biraz sabitlenebilmesi gerekir. ne olacak benim halim diyerek asla o taşı oraya koyamaz insan. sorun ya da soru hala ne olacak bu dünyanın halidir. daha doğrusu varolanı, beğenmediğimi, kötü gördüğümü nasıl değiştirmeliyimdir.
ve bir başka anladığımı fütursuzca iddia edebileceğim de özgürlüğün verilebilir bir şey olmadığıdır.

ısıkaybı

Fotoğrafım
yalnızlık ürpertmez, ürperten ısıkaybıdır.