kabus

Karnımın acıktığını söylediler. (Sakız çiğnerken, aynı çekirdek yerken olduğu gibi bazen kendimi durduramam). “Hayır” dedim, “şu anda ilgilenmiyorum”. Bunun üstüne bunun bir teklif olmadığını ima eder gibi ellerini bellerine koydular. Beni daha önce hiç dövmedikleri halde, ürperdim. Tehdit ettikleri belliydi.

Sofrada tek tabak vardı. İki kepçe lahana yemeği koydular tabağa ve belki de kaçmamdan çekindikleri için iyice yaklaşarak beni omzumdan yakalayarak oturttular. Masaya çatal koymamışlardı “bu şartlarda nasıl yerim” diyerek ellerimim tabağın iki yanına koyarak masaya eğildim. Aslında bu söylediklerimden dolayı kafamı da kaldıramıyordum ya yine de bozuntuya vermeden ve göz göze gelmekten kaçınarak kafamı hafif hafif sıkıntı ile salladım. Bu taktiği bir arkadaşımdan öğrenmiştim. Ağırca iki yana ve hafif eğik olarak sallanan bir kafa, karşındakine seni ezmelerine fırsat verdirmeyen bir davranıştı. Biraz daha bekledim. Ancak masaya daha da yaklaştıklarını ayaklarından gördüm. Böyle dememem, daha dikkatli ve saygılı konuşmam gerekirdi. Kendimi affettirmek için bir şeyler yapacaktım şimdi. Hemen o anda kaşığı farkettim. Aslında ben kaşık ile yemek yemekten nefret etmişimdir her zaman ancak bu sefer gözümü kapamak pahasına bu denemeyi yapmalıydım. Kaşığı elime alır almaz, bir kaşığın bir çatala göre ne kadar ağır ve hantal olduğunu düşündüm. Sanki Obur insanlar için üretilmiş bir şeydi çünkü ancak obur birisi bu zahmete rağmen yemeğini bitirebilir. Kaşığın ucuna bir parça lahana yaprağı aldım. Yarısı tabağın içine doğru sarkıyordu. Galiba pişmekten erimişti. Gerçekten de düşündüğüm gibi yaptım ve gözümü kapatarak kaşığı ağzıma götürdüm.

Kaşık dilime değdiğinde kusmamak için hemen ağzımı kapattım, ama bu seferde gözlerim yaşarmaya başladı. O kadar germiştim ki kendimi, sıcak yemeğim dilimi kavurduğunu ancak gözlerimdeki yaşlardan anladım. Büyük bir terbiyesizlik yaparak hemen ağzımı açtım. Sıcak buharı dışarı üflemeye çalıştım. Kendimi ateş kusan bir ejder gibi gördüm bir an ancak oyun oynayamayacak kadar canım yandığı için, hemen derdime bir çözüm arayışı içine girerek doğruldum etrafımda bu acıyı söndürebilecek bir bardak su aramaya başladım.

Bu sırada masadan kalkmamdan korkarak ve kolumdan tutarak beni aşağıya doğru bastırdılar. Artık bağırmak üzereydim. Midemin bulantısı bile geçmişti. Lokmayı ağzımda gezdirmeye başladım çünkü dilimin üstünde sabit bir yerde kaldığı sürece o bölgeyi kavuruyordu. Aslında damağım dilimden daha çok acıyordu, etinin soyulacağına emindim.

Yavaş yavaş soğumaya başladı lokma. Ter içinde ve ne yediğimi bile anlamdan hemen yuttum. Isı düşüyordu. Bu sırada yanımdakiler biri -yemeği yarım bırakacağımı düşünmüş olacak- kaşığı eline alarak tabaktan kaşık dolusu lahana ergisini burnuma doğru yaklaştırdı. “Yoo, bu kadarı da fazla. Kendim yemeyi tercih ederim. Rica ediyorum bu şekilde davranmayın” dediysem de faydası olmadı. Sanki beni duymuyorlar, uzaktan, benim duyamadığım bir yerlerden gelen bir ses tarafından komut alıyor sonra da bu emri tavizsiz uyguluyorlardı. Donuk bir ifade sezdim yüzlerinde.

Masanın üzerine sarkmış ampulün ışığı gözlerime batıyordu. Masanın ucunu göremiyordum ama uzunca bir masa olduğunu tahmin ediyordum. “Keşke masaya yaklaşırken, yani ayaktayken, yani ışık henüz bu kadar yakınımda değilken baksaydım” diye geçirdim içimden.

Kaşık dudaklarıma değmişti bile. Biraz direnç göstersem üstüme dökülebilirdi içindekiler ve buna da aslında en çok benim canım sıkılırdı. Düşünsenize bütün gece hatta banyo gününe kadar içyağında pişmiş pirinç ve lahana kokusu üstümden çıkmazdı o zaman. Bu düşüncelerle tüm kaşığı ağzıma aldım. Ellerim gerginlik içinde sandalyenin kolçaklarını sıkıyordu; yine terlemeye başlamıştım. Ancak bu sefer korktuğum gibi olmadı ve ne ağzım yandı ne de midem dışarı uğrayacak gibi oldu. Lahananın tadını bile almıştım. Yağı biraz pis kokuyordu, ayrıca pirinçler de su çekmekten iyice şişmiş, damağımda bile eziliyordu.

Artık tabağın içinde son birkaç pirinç tanesi, yemeğin kırmızımsı yeşil biraz da sarıya kaçan renkteki suyu içinde yüzüyordu.

Hiç yorum yok:

ısıkaybı

Fotoğrafım
yalnızlık ürpertmez, ürperten ısıkaybıdır.