Prisoner 819 did a bad thing!

0 yorum




















Malum deneyin yanılmıyorsam 4. gününde Zimbardo, deneyi yeni bir evreye taşımaya karar vererek gerçek bir rahibi mahkum deneklerle konuşması için Stanford'a çağırır. Rahip, kalan (zira ikisi daha önce değişik sorunlar nedeniyle gitmiştir) mahkumlarla ayrı ayrı görüşürken hepsine can alıcı bir soru sorar: "evladım, buradan çıktığında ne yapacaksın?"... Bu soru denek mahkumları fena halde afallatsa da deney yöneticilerinin az sonra yaşayacağı şaşkınlık karşısında bunun lafı bile olmaz.

Rahip, denek mahkumlara, buradan çıkabilmeleri için bir avukatla görüşmeleri gerektiğini bunun için ise isterlerse aileleri ile konuşabileceğini söyler. Denek mahkumların bir kısmı bu teklifi kabul edecek ancak numara 819 rahiple görüşmeyi reddederek hücresinde kalacaktır. Kendini hasta ve bitkin hisseden 819 yemek yemeyi reddetmekte ve rahip yerine bir doktorla görüşmek konusunda ısrarcıdır.

Fakat 819 bir süre sonra ani bir karar değişikliğiyle rahiple görüşmek için (ki bunun nedeni rahibin avukat teklifi olabilir) hücresinden çıkmaya ikna olur ve rahiple başbaşa kaldığı sırada birden sinirleri boşanarak ağlamaya başlar.

Bunun üzerine odaya giren deney yöneticisi prof. Zimbardo, 819'u sakinleştirmeye çalışarak dinlenme odasına götürmek üzere görüşme odasından çıkarır. İşte bu sırada koridorda dizilmiş ve 819'u bekleyen diğer mahkumların başındaki gardiyan denek; "numara 819 kötü bir mahkum, çünkü hücresi çok dağınık!" diye slogan atar gibi bağırarak bunu diğer mahkum deneklere dikte eder. Mahkum denekler hep bir ağızdan "prisoner 819 did a bad thing!" nakaratını ciddi bir tavırla uzun uzun tekrar ederler.

Bu beklenmedik tören karşısında 819 olduğu yerde çakılıp kalır ve Zimbardo'nun artık deyeyi bırakması gerektiği yönündeki ısrarına rağmen devam etmek ve kötü bir mahkum olmadığını ispatlamak istediğini söyler. Zimbardo adamın kontrolden tehlikeli şekilde çıktığını, gerçek dünya ile bağının kopmaya başladığını anlayarak onun için deneyi bitirir. Ona adının ..., kendisinin doktor Zimbardo ve bunun da bir deney olduğunu, buradaki insanların birer mahkum değil denek olduğunu ve gitme vakti geldiğini söyler.

Deneyden sonra yapılan görüşmelerde sadece 819'un değil, diğer birçok mahkum deneğin de uzun süre deneyin etkisinde kaldığı görülecek, bu durum ise Nürnberg mahkemeleriyle bilim dünyasına giren bilimsel araştırma etiği standarlarına göre tartışma konusu olacak, bu deneyin bir tekrarının yapılmaması (gerçi yanlış bilmiyorsam yapıldı ama) konusunda karar alınacaktır.

zizek'ten üç uyarı

0 yorum

Aslında aylar önce Raşit abinin çevirisiyle okuduğum aşağıdaki Zizek söyleşisinin Yunanistan’dan sonra yeniden okunması, toplumsal hareketlere dair güncel reflekslerin Zizek’in şaşırtıcı zekasıyla analizinin üzerinde yeniden durulması yakışıklı olacaktır diye düşündüm;


.....

Walter Lippmann normal zamanlarda demokrasinin işleme koşulunun, halkın karar verici seçkinlere (elit) güven duyması olduğunu gösterdi. Bu durumda halk hükümdarın işlevini görmekte. Edilgen bir şekilde konuyu incelemeksizin onay imzasını atma görevi. Oysa kriz ortamında sözü edilen güven uçup gider. Benim tezim şu: öylesi koşullar konjonktürler olabilir ki demokrasi artık işlemez, böylesi koşullarda halk seferberliğinin oluşma tarzları, biçimleri yeni baştan ortaya konabilmelidir.

Robespierre’de ilgimi çeken, Walter Benjamin’in “tanrısal şiddet” biçiminde dile getirdiği halk hareketleri ile birlikte püsküren (indifa) şiddet biçimidir. Şahsen fiziki şiddeti sevmem, ondan çekinirim, ama gene de malum geleneksel halk şiddeti geleneğinden vazgeçemem. Şiddetin ila kişiler üzerinde uygulanması da gerekmez. Gandhi örneğini ele alırsak, Gandhi yalnızca mitingler örgütlemedi ön ayak olduğu boykotlar aracılığı ile güçler dengesini yeni baştan kurdu. Sistemden dışlanmış olanları savunmak, çevreyi korumak, zorunlu olarak yeni baskı yöntemleri şiddet yöntemleri oluşturmayı gerektirecektir. Kapitalizmin tırsmasını sağlamak; öldürmek için değil ama bir şeyleri dönüştürebilmek amacı ile. Aksi halde daha da büyük bir şiddetin köktenci bir şiddetin yeni bir mutlakiyetçiliğin /otoritarizm) pençesine düşmek mukadderdir.


Entelektüelin çabası felaket senaryolarını önlemeye, olguların değişik bir açıdan görülmesini sağlamaya yarar. Deleuze, “yanlış yanıtlar var ise mutlaka yanlış sorular vardır” diyordu. Bir felsefeci meclisi kitleleri seferber edecek bir proje ortaya koyamaz. Ancak fikirler ortaya atılır ve belki bunların arasında ele alınacak olanlar çıkabilir. Fransa’da yaşana banliyö isyanları ütopik seviyede de olsa herhangi bir düşünceye eklemlenmiş değildi. Trajik olan bu durumdur.

.....


http://www.liberation.fr/actualite/politiques/310422.FR.php

çeviren: Raşit Gökçeli

cehennemden gelen eli baltalı kancık kahpe

1 yorum
yani pj harvey...

ne kadın..!



















Sanırım birşeye duyduğum gereksinimi dışavuruyorum ama bu şeyin ne olduğunu tam bilemiyorum. Onu karanlıkta ararken bocalayıp duruyor gibiyim, bu da şarkılara böyle yansıyor. Belki beni ısıtması için aşka gereksiniyorum, belki de ihtiyaç duyduğum yalnızca bir elektrikli ısıtıcıdır.

.....
Geçmişte ne zaman birisi beni bir kadın olarak ansa kendi kenime “hayır ben bir genç kızım” derdim, ama artık gerçek bir kadın gibi hissediyorum –daha yaşlı bir kadın gibi. Yaşlanmaktan hoşnutum.

.....

Beyaz saç tellerine rastlamaktan gerçekten hoşlanıyorum ve bütünüyle beyazlaşmalarını bekleyemem. Umarım saçlarım gümüş beyaza dönüşür çünkü gerçekten sıkıcı beyazlıkta saçlarınız olabilir ki bunu hiç istemem. Ayrıca yüzümün ve dişlerimin daha farklı göründüğünü farkettim, bu da çok hoşuma gitti; 40’ıma ulaşmayı dört gözle bekliyorum.

.....

Son zamanlarda başka şeylerin müzik yapmaktan daha önemli olduğunu farkettim. Isıtma sistemim habire bozuluyor, çamaşır makinem de öyle. Bunlar, bir söyleşi için endişelenmekten çok daha önemli. Golf pantolonumu yıkamak istiyorum ve yıkayamıyorum diye düşünüyorum. Herşeyi bütünüyle doğru anlamaya bu kadar önem vermiş olmam üzerimdeki baskıları hafifletti ve hem müzik açısından hem de kendi içimde gevşememi sağladı. *

* ("Alışılmadık Sesler", çekip çeviren: Hira Doğrul, Dost yay.)

benzeşim

0 yorum
1 Julio Cortazar; "historias de cronopios y de famas", “kaplumbağa ve cronopio” meseli:

“kaplumbagalarin surate hayran oldugunu soylemeliyim size - ve bu cok dogal.
esperanzalar bunu bilirler ve umursamazlar.
famalar bunu bilirler ve cok gulerler.
cronopiolar bunu bilirler ve bir kaplumbagaya rastladiklarinda ceplerinden renkli tebesir kutusunu cikarip hayvanin sirtina bir kirlangic resmi cizerler...”

2 Mahatma Gandhi:

“Önce sizi görmezden gelirler, sonra size gülerler, sonra sizinle mücadele ederler, sonra siz kazanırsınız.”

beklemek

1 yorum

Yazmaya başlamadan evvel yazacağının üstüne düşünüp etrafını tartma edimi sırasında kafanda yazdığın metin, iç ses, yazmana engel olduğu zaman geriye kalan sadece bu durumu şikayet etmek oluyor. Yazmak yerine yazmanın anatomisi ve ruh hali üstüne yazıp durmamın ve bunu sayısız kere tekrar etmekten dolayı konunun enflasyonist bozumuna dayanarak hemen yazı biter bitmez onu ortadan kaldırışımın arkasında yatan gerçeklik üstüne yazmamın nedeni de bu.

Bu durumun daha ileri analizine girişmeden önce benim için kaçınılmaz bir sonucundan bahsetmem gerek. Düşünce akışı, serbest çağrışım ya da adına ne denirse densin kelime ve anlamı serbest bırakarak duraksamaksızın, es vermeden yani araya tartımı sokmaksızın yazmak yukarıda anılan duruma harika bir ilaç. Böylece iç sesten kurtulmak yani dile gelen ne varsa dolaysızca kağıda aktarmak mümkün oluyor. Ancak bu yöntemin de gözetilen hedefe göre çeşitli yetersizlik ya da kusurları var. Herşeyden önce bunlardan ilk akla geleni anlatılamak istenilenin kelimelere dökümünün yeterli isabetle olamayacağı fikridir. Yani tartımsız bir faaliyet düşünceyi (ki aslında burada düşüneceyi yine tartım anlamında kullanıyorum, öteki türlü serbest metod da düşünceden uzak bir metod denilemez) kelimelerin ve onların ardışıklığının yol açtığı ses uyumunun arkasında saklı bırakmaktadır savı. Ancak bu durum konumun temeli olan düşüncenin yazıya bent kurması meselesini de hem açıklıyor hem de çözüyor zaten. Yani bu savı desteklediğim durumda zaten doğrudan bu metodun beni problemimin çözümü olduğunu iddia edebileceğim.

Fakat serbest metodun bir sakıncası daha var. Her ne kadar kelimeleri hatta daha da ileri gidersek harfleri (dadacı denemelerden bahsediyorum) serbest bırakabilmek, ne olursa olsun yine de politik olarak bir anlam ihtiyacında olan benim gibi birisini sınır çizmekte aciz bırakabiliyor. Çünkü bu haliyle yazma edimi başlarında çok akıcı ve tatminkar bir seyir izlerken ilerleyen satırlarla birlikte yavaşça zıvanadan kayma hissini takip eden bir kontrol güdüsüne yerini bırakıyor. İşte tam bu noktada da işin içine o eski acı dilli dost giriveriyor: tartım. Bu arada çizginin yeni ve kalınlığını belirlemek, metodun baştan helakına bile yol açabilir.

Ancak bu duruma da bazı ilaçlar geliştirilebiliyor tabii ki. Mesela yazıları çok kısa öyküler boyutunda bitirmek, fiziki (parmakların ya da sırtın ağrımsı gibi bu metodda hiç de yabana atılamayacak komplikasyonlardır) ya da konsantrasyonla ilgili kayıplardan ötürü ara vermek gibi. Ancak bu tip önlemlerin varlığının da birer sınır çiziyor olmasından ötürü metodun halen sağlıksız olduğunu itiraf etmem de gerekiyor.

Tam bu noktada ulyses’in örneklenmesi gerekiyor sanırım.

eskiz

0 yorum
Çünkü, bence kendisini o kadar yakın hissediyor ki Feuerbach'a, aradaki farkı koyabilmek için, Feuerbach'in düz materyalizmini biraz fazla vurgulayarak eleştiriyor.
...
Aslında, Feuerbach üzerine tezlerin onbirincisi, dünyayı dönüştürmek üzerine olduğu için en çok bilinenidir, ama ilk on tezde, Marx, esas olarak yabancılaşma kavramına, insanın kendi ürettiğine yabancılaşmasına, kendi ürettiğinin, kendisi dışında bir anlam kazanmasına vurgu yapar.
...
Marx, Feuerbach'ın eleştirisinden sonra, Kapitale geldiğinde, Proudhon'vari bir iradeciliğe ve sulu gözlü tabir ettiği söyleme düşmemek için daha fazla doğa kanunları, toplum kanunları gibi vurgular yapıyor ve ilk çıkısindaki saiklere pek uymayan bir bilimciliğe doğru kayıyor.
...
Ahmet İnsel, ROL 43'deki röportajında Marx'ın Feuerbach ve Proudhon'dan ilişkisine yukarıdaki kısımda değiniyor. Fakat benim şimdi burada ilgilendiğim Marx ve çalışmaları değil, altını çizdiklerimdir (ancak buna daha sonra döneceğim).

four gnossiennes

0 yorum
satie'nin tırnaklarıdır. ufak yaraların kabuklarını yolar. farkındalık acıtır.


iyi ki doğdun kazım..!

0 yorum







http://www.kazimkoyuncu.com

http://www.kazimkoyuncufilmi.com/







Böyle olması gerektiğinden değil, öyle olduğu için böyleydi. “kardeşim olsun” demeyi isterdi (bu lafı bir yerde kullanmayı isterdi). Kazım gittikten epey sonra onun için yapılan belgeseli izlerken ona demek kısmetmiş (onun için). Bunu nasıl diyeceği, lüzumunu hangi yazı içinde ya da başlığında bulacağına kalmıştı iş;

Bir anma yazısı yazmak istemiyorum, bunu beceremiyorum, onu tanımıyorum yeterince belki de ondan değil sadece bunları oturmuş yazarken fonda çalan müziğe göre sürekli değişen hallerim ile sabah bunları okurken doğramak isteyeceğim sözlerimi uyuşturamamdan, yani sadece benden ötürü.

Bu şekilde başladığım ve yarım bıraktığım onca çul-laf var içimde, tabi illa ki birebir kelimelere dökülebilen şeyler değil çoğu, iz şeklinde, unutmaya ramak kalmış da köşedeki gül dikenine takılıvermiş gibi, dışlanmış ama bende kalmışlar. Nice sonra anlayabileceğim şeyler dediğimin de farkındayım üstelik (geçende biryerde okudum, teyid edemedim lakin; tom waits genel yazın alışkanlığı için önce düşünmeden birşeyler karaladığını, sonra beklediğini, sonra okuyup almaya başladığını yazmış). Bu şekilde güzel, hoşnutum...

senaryo-z

0 yorum
Bir şirketin ofis odalarından biri. Oda hafiften loş, bir yaz sabahının ışığı pencereden içeri süzülmekte, sessiz masa ve dolaplarla neredeyse dolu bir oda. Tek ses çalışıp duran vantilatör sesi, ritmik dönüşüyle odayı turlamakta.

Bir adam koltuğunda arkasına iyice yaslanmış, elleri ensesinin arkasında kavuşturulmuş, gözleri kapalı, vantilatörün sesini dinlemekte, dinlenmekte.

Ve sonrasında gelişen olaylar...
0 yorum

Póngase sereno –me dijo– y apunte bien, ¡va usted a matar a un hombre!

şart

0 yorum



bu karpuz
çok kırmızı
bölüşmek şart. *

11.tez

0 yorum
Znet’teki michael albert’in (tabi bu sıralar zizek’in “paralaks”ını okumaya çalıştığımı bu yoldan albert’le zizek arasında görüntü çakıştırması yapan bir perspektiften buralara geldiğimi eklemem gerek) “yapışkanlık sorunu” üzerine konuşması (istanbul odtü mezunları derneğindeki konuşmasının metni) akabinde chomsky’nin aynı sitedeki “iktidarın yüce ruhu” makalesine sürtünerek tekrar albert’tan bu kez alan sokal’a dönüşle onun ünlü “"Transgressing the Boundaries: Toward a Transformative Hermeneutics of Quantum Gravity" [Sınırları Aşmak: Kuantum Yerçekiminin Dönüşümsel Bir Yorumsamasına Doğru]” metninin çevirisini google’larken karşıma çıkan “derridana hastalığı” isimli ekşi sözlük başlığına daldığımda derrida’nın yapıbozumculuğuna komik değinen yazar (ekşi) dragot’un;

“creutzfeld jacob disease'in daha yeni bir varyantı. nörodejeneratif bir prion hastalığıdır. beynin özellikle wernicke ve broca alanları arasındaki bağlantıda bir yapıbozuma sebep olarak gösteren ve gösterilen arasındaki ilişkinin saplantılı bir fikir haline gelmesiyle tanımlanan bir psikiyatrik sendrom şeklinde ortaya çıkar.”

ardından da yazar gari’nin;

“tamirci olmayan tamircilerde gözükür. fr. kifayetsiz muhterissmé.

bir örnek-semptom:

bozuk olan teybiniz alır eline. parçalarına ayırır. sonra size dönüp "işte bozuk bu" der. siz ona "evet bozuk olduğunu biliyorum ama nasıl tamir edilebilir?" dediğinizde "bu benim işim" değil diye yanıtlar. oldukça kendine güvenli ve küstahtır bu sırada.

ben sosyoloji fakültelerini kırıp geçiriyormuş diye duydum. itlaflık.”


girdileri harikaydı... bu yoldan tekrar takıldığım yere dönüp bakayım; michael albert istanbul’daki konuşmasında yine esprili şekilde şunu söylüyor:

“60’lardan bu güne kadar solcuların yazdığı-ürettiği, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, kapitalizmin, savaşın ne kadar kötü olduğunu anlatan bütün bildirileri, yazıları, kitapları, videoları ve söyleşileri üst üste koysak Ay’a ulaşacaktır. İnsanlar bize “lütfen yoksulluğun ne kadar kötü olduğunu bir kere daha açıklar mısın?” diye sormuyor. Ya da “hadi cinsiyetçiliğin ne kadar kötü olduğunu bir daha anlat” ya da “bombalar nasıl öldürür?” demiyor. “Ne istiyorsunuz?” diye soruyor. Bizse Ay’a kadar ulaşan yazılarımızla insanları sıkıntıya sokan şeylerin ne kadar kötü olduğunu tekrar edip duruyoruz. Tamam, olayların sebepleri hakkında çok derin hatta bazen de oldukça zekice yorumlar yapabiliyoruz, ama yine de …”

işte herşey böyle başladı...

“die philosophen haben die welt nur verschieden interpretiert, es kommt darauf an, sie zu verandern.”

söze söz

0 yorum









yazmak ve söylemekten bıkmak üzerine yazmak istemeyecek kadar bıkmam gerekiyor bunu söylemek için. demek, buralara yeniden gelmişsem en azından söz söylemeye hacetim ya da hevesim olmadığını söyleyebilecek kadar hacetim ya da hevesim var.

uzatasım yok, dünyada bir çok söz söyleniyor, söylenmesi gerekenler de, susulması gerekenler de... neyse ki söylenmesi gerekenlerin bir kısmını da söylemesi gerekenler söylüyor hala ve onlara bir iki link vermekten başka henüz diyebilecek yeni bir şeyim de yok.

(aklıma geldi, mithat sancar geçende ergenekon soruşturmasıyla ilgili bir konuşmasında "söylenmesi gereken herşe söylendi ama henüz herkes tarafından değil" gibi birşey demişti, onun da etkisi var sanırım)

sola bakın!

ağlamak

0 yorum
bakak alırım giden

geminin ardından atamam kendimi denize

ağlayamam...

virgüllü deneme

0 yorum

,n,,,virgüller gördüm ama ,fden evvel gelenini ilk kez görüyorum,

,f den demenin dendenini de öyle

ilk,

kez...


moskova'da akşam üzeri

0 yorum
oliver shanti'nin ono'n mweng'i ya da muadili ile izlenmesi denenebilir...




*kasım 2006 suları

(başlık yazamam şimdi, kalsın en iyisi böyle)

0 yorum

iyi bişeyi iyi bişey yapan bana dokunduğu yanıdır diycem sen güleceksin ama ben gülmene gene de bozulmam senin. ama inan ki sevgili hüz, inanıyorum ki dokunduğu şeyi ifade etmem kifayetsiz olacağı için yanlış olur (kifayetsiz olacağını denemeden bilemezsin deme hemen, sözün kendisi kifayetsiz zaten (sözün kendisi kifayetsiz demek kolaylığına kaçma da deme zira çok düşündüm bunun üstüne (düşündüğün şeyi ben nereden bileceğim sen söylemeden ki de deme çünkü beni tanıyorsun))). sadece dokunduğunu belirtsem bu sefer de eksik olur ve her eksik şey gibi ucu açık ve her ucu açık şey gibi yarım yamalak yamanabilmeye meyilli... yarım yamalak yamanmasına bozulurum işte sevgili hüz.

oyun sonu

0 yorum

"Benim yapıtlarım, neredeyse tamamen (şaka değil) temel anlam meselesidir ve bunun dışında bir sorumluluk kabul etmem. Eğer insanlar, ima edilen düşünceler arasında kafalarını ağrıtmak istiyorlarsa bırakın yapsınlar. Onlara aspirinlerini verin. Söylendiği gibi Hamm ve söylendiği gibi Clov, ikisi birlikte nec tecum nec sine te (ne seninle ne de sensiz) böyle bir yerde, böyle bir dünyada ifade edildiler, yapabildiğimin hepsi bu, yapabilecek olduğumdan daha fazlası."

S.B.Beckett


CLOV: (kaşınarak, üzüntülü) Pire var üstümde!

HAMM: Pire! Hala pire var mı?

CLOV: (Kaşınarak) Üstümde var bir tane. Kasık biti değilse.

HAMM: (Endişeyle) ama o noktadan insanlık yeniden başlayabilir! Yakala şunu Allah aşkına!



vian fuit hic*

0 yorum

tam karşında duruyor!

0 yorum
baktığın yere göre değişen ileti


Eylem Aktivistleri İçin Rehber

0 yorum


Genel Kurallar
  • Her şeyden önce eyleme gitmeden eylemi planlayın.
  • Grup halinde gidiyorsanız düşüncelerinizi, endişelerinizi grup arkadaşlarınızla paylaşın. Eylemde neleri yapacağınızı, neleri yapmayacağınızı tartışın. En ince ayrıntısına kadar neler olacağını planlayın.
  • Eylem alanının bir haritasını bulmaya çalışın. Grupla herhangi bir dağılma durumunda nerede tekrar bir araya geleceğinizi, nasıl haberleşeceğinizi kararlaştırın.
  • Grup içinde herkesin eylem sırasında onu takip edecek, kollayacak, koruyacak bir eşinin olmasını sağlayın.
  • Gözaltı durumunda yasal desteği nasıl alacağınızı konuşun. Avukat, legal örgüt gibi yasal destek alabileceğiniz yerlerin numarasını elleriniz kelepçeliyken bile görebileceğiniz bir yerinize çıkmayan tükenmez kalemle yazın. (belki telefon etme şansınız olabilir.)
  • Üzerinizde herhangi bir illegal örgütün dokümanının olmamasına dikkat edin. Bu, gözaltına alındığınızda aleyhinize kullanılabilir.
  • Yanınızda sadece eylem sırasında lazım olabilecek kişilerin, kurumların numaraları ve adresleri bulunsun.
  • Eylemden önceki günlerde iyi uyumaya, iyi beslenmeye, iyi dinlenmeye çalışın.
  • Eylemden önce karnınızı güzelce doyurun. Bol bol su için.
  • Sigara, alkol, uyuşturucu gibi maddeleri kullanıyorsanız azaltmaya çalışın.
  • Polisin bir numaralı silahı korkudur. Korkunuzu kontrol altında tutabildiğiniz sürece polisin kullandığı tüm silahlarla, tüm taktiklerle kolayca başa çıkabilirsiniz.
  • Her zaman serinkanlılığınızı koruyun, o anda ne olduğunu ve neler olabileceğini anlamaya çalışın. Etrafınızda panik olanları sakinleştirin.
  • Söylentilere kulak asmayın, onlar çoğu zaman yalandır ve korkuyu körükler. Tek gerçek gördüklerinizdir.
  • Polisin yaptıklarını, vahşetini ve yaralanmaları saati ve yeriyle kaydedin. Daha sonra çok işinize yarayabilir.
  • Unutmayın, siz güçlüsünüz! Siz adalet, özgürlük ve barış için ordasınız ve polis ne yaparsa yapsın buna karşı durabilirsiniz.
Ne giymeli?
  • Rahatça koşabileceğiniz , hava durumuna uygun, kapalı, rahat ayakkabı giyin. (sandalet ve terlik uygun olmayabilir)
  • Hava durumuna uygun, bol ya da sıkı olmayan kıyafetler. Üzerine varsa yağmurluk. Uzun kollu tişörtler, pantalonlar polisin kullandığı biber gazı, göz yaşartıcı bomba gibi kimyasal silahların vücudunuza temasını, dolayısıyla etkisini azaltır.
  • Gözlerinizi kimyasal silahların etkilerinden korumak için maske ya da gözlük (Gaz maskeleri en iyisi. Bulamazsanız onun yerine kenarları kapalı yüzücü gözlükleri işe yarar.)
  • Güneşten ve kimyasallardan korunmak için şapka, kasket gibi başınızı kapatacak bir şey. Şapka tanınmanızı da zorlaştırır.
  • Polisin attığı bombaları geri fırlatmak niyetindeyseniz inşaat işçilerinin kullandığı cinsten kalın eldivenler giyin. (lateks eldivenler ve bulaşık eldivenleri sıcak bombaları tuttuğunuzda elinize yapışabilir.)
  • Gerektiğinde ağzınızı ve burnunuzu kapatacak büyüklükte tercihen elma sirkesine batırılmış fularlardan birkaç tane (elma sirkesi bulamazsanız limonsuyu da olur, hiçbir şey yoksa su ile ıslatın.) Kimyasal silahların ağzınızı ve burnunuzu etkilemesini bir süreliğine engeller. Rahat nefes almanızı sağlar.

Yanınızda Ne Getirmelisiniz?

  • İçmek için plastik şişeler içinde yeterince su. (en az 2 litre)
  • Gerektiğinde enerji ihtiyacını karşılamak için kuruyemişler (fındık, fıstık, ceviz vs...)
  • Ulaşım, yemek gibi ihtiyaçlar için yetecek kadar para
  • Olayların, polis vahşetinin, yaralanmaların belgelendirilmesi için kol saati, kalem, kağıt
  • Alkol veya su bazlı güneş kremi (yağ bazlı olanlar kimyasal silahların etkilerini arttırırlar)
  • Kron ik bir hastalığınız varsa kullandığınız ilaçlardan bolca
    (gözaltına alınırsanız ihtiyacınız olabilir)
  • İçinde bandaj, flaster, iyotlu dezenfeksiyon solüsyonu, latex eldiven, gazlı bez olan küçük bir sağlık çantası
  • Menstruasyon (adet kanaması) için pedler ( Eylem günü tampon kullanmayınız. Tamponlar vücutta 6 saatten fazla kaldıklarında toksik şok sendromu denilen bir hastalığa yol açabilirler. Gözaltına alınırsanız tamponu değiştirmek için uygun bir ortam bulamayabilirsiniz.)

Neleri Yapmamalıyız?

  • Vücudunuza yağ bazlı kremler (yağ bazlı güneş kremleri, nemlendiriciler,vazelin gibi) sürmeyin. Kontakt lens kullanmayın.
  • Kolayca yakalanabileceğimiz bol kıyafetler giymeyin; sallanan takılar, kravat takmayın. Saçlarınız uzunsa sıkıca toplayın.
  • Eylem alanına tek başınıza gitmeyin. En iyisi bir grupla ya da tanıdığınız kişilerle beraber gitmektir.
  • Eylemden önce ve sırasında alkol içmeyin
  • Eylemden önce uyuşturucu kullanmayın, yanınızda getirmeyin. ( Esrar dahil)

Kaynak: http://www.geocities.com/yesilanarsi/rehber.doc

sybil

0 yorum
bir alt başlık olasılığı olarak "vestiyere bırakmak istediğim ıslak üstlüğüm: "ikiye bölünen vikont"".

bu gönderinin ilk başlığı üzerinden ruh halimin üstünkörü arkeolojisi: istemlerimle arasında sıkışıp kaldığım için sıkıntı ve edilgenliğimin faili, zavallı "görev"... vicdanımın pataklayıcısı... itiraf etmem gerekiyor ki şu yazımı dahi sana borçluyum, teşekkürler ve lanet olsun sana!

"...insanların “görevi” dediğimiz şeylerle, ahlaki sorumlulukları dediğimiz şeyler arasında bir ayrım yapmamız gerekiyor. Görevleri, yani toplumsal kurumların bu insanlara zaman ve olanak sağlamasının nedeni, bu olanakları kullanarak iktidara ve otoriteye destek sağlamaları ve doktriner yönetimi hayata geçirmeleridir. Diğer insanların dünyayı mevcut otorite ve ayrıcalıkları destekleyecek şekilde kavramalarını sağlamak için çalışabilirler. Onların görevi budur. Eğer görevlerini yerine getirmeyi bırakırlarsa kendilerini entelektüel işlere adama fırsatını kaybederler. Diğer yandan, ahlaki sorumlulukları tamamen farklıdır ve aslında bunun tam tersidir. Ahlaki sorumlulukları, hakikati anlamaya çalışmak, dünyaya ilişkin bir kavrayışa ulaşmak için başkalarıyla birlikte çalışmak, bunu diğer insanlara aktarmaya çalışmak, onların da kavramasına yardım etmek ve yapıcı eylem için zemin oluşturmaktır. Onların sorumluluğu da işte bunlardır. Ancak burada bir çatışma söz konusudur elbette. Eğer sorumluluklarınızı yerine getirirseniz, entelektüel faaliyetleri sürdürmek için sahip olduğunuz ayrıcalıkları kaybedebilirsiniz."

noam chomsky, entelektüellerin sorumluluğu (michael albert ile söyleşi)

brüksel garı

0 yorum




bu gonderi gelistirilmeli (peki neden burada?)

0 yorum
hayatıma nereden girdiğini hatırlayamam işe ayrı bir tuhaflık katıyor ama bu küçük resmi eski ajandalarımdan birinin arasında ve arkasında "lavta çalan melek" ismiyle bulduktan sonra araştırmamın tam da resmin kendisinden kaynaklanan nedenleri olduğunu görüyorum...



Presentation of Jesus in the Temple (Detay)
Vittore Carpaccio
1510
421x236 cm


hiçbirşeysonsuzadekgizlenemez

0 yorum


bunnardan biri tümdengelim diğeri tümevarım...

hadi bakalım!

sp:
bu bir çınar ağacıdır
dalları gövdesinden değil
hepberaber topraktan fışkırır
o kadar bir ağaçtır

mayoz matematik

1 yorum

Mayoz bölünen bir dünyada matematiksel olarak her şey yeniden gözden geçirilmek zorunda kalırdı. Mitoz dünyamızda mesela 1/2 işleminin sonucu 0,5 olmalıdır. Ayrıca 1/0,5 ise 2 olacaktır. Oysa ki mayoz bir dünyada bir şey ikiye bölündüğünde (1/2) sonuç 2 olmalıdır. Yani 1/0,5=1/2 olmak durumundadır. Tabi bu noktada 1/0,5 işleminin mitoz dünyada dahi gündelik hayatta karşılıksızdır. Sözel kullanımda bir şeyi yarıma bölmek tamamen saçmadır. Bir şey olsa olsa 2’ye 2,5’a 3’e falan bölünebilecektir. Ve bu bölünme mitoz olarak gerçekleşeceği için de her zaman parçalar bütünden küçük olacaklardır. Peki ya gözle göremediğimiz o mikrokozmoz, hücrelerimiz? Onlar belli bir şifreyi bir daha bir daha üreterek çoğalırlar. Ortada bir azalış ya da mevcudun korunması değil basbayağı çoğalma ve büyüme olgusu vardır. Hayatın mayoz alanında, matematik alanının dışında kaldığından, tarifi güç şeyler olmaktadır.


(12.04.2004)

babra bubrik *

0 yorum



* :)

söz

0 yorum

Sizi bilmiyorum ama okumayı ve yazmayı ilk söktüğüm günden beri benim sildiklerim yazdıklarımdan fazla oldu her zaman. Mükemmeliyetçi falan da değilimdir, hatta birçok kez patavatsız bile olabilirim. Tahminim odur ki benim gerekçem söze verdiğim değerdir. Öyle sanıyorum ki birçoğumuz buna benzer bir hikayeye sahip yani, yazdıklarını sürekli düzeltmekten, bu sorumluluğu duyduğu için ayıklayıp durmaktan ortada yazı, konuşurken de söz bırakmaz hale getiriyorlar işi.

Mesela bir gecede sayfalar dolusu yazabilir ama bütün bunları sabah gün ışırken 1 dakika içinde silebilirim. Önüme aynı anda 6 tane konu koyar, bunların izini sürüp inceleme hazırlamaya koyulur ancak dipdibe girişmiş bu ayrık heveslerin birbirine çarpmasına engel olamam ve hepsini dağıtabilir ya da en iyimser ihtimalle yarıda bırakırım. Bir kitap okurken, onunla eş zamanlı olarak onu bitirmek için bir neden ararım. Bitirebilirsem onu yazabilirim hatta daha da iyisi onu konuşabilirim ama bunların hiçbirini yapmaya fırsat bulamayışlarım da oldukça çok olur. Ötesini uzakta seçebildiğim şeylere giderken, yolda el altındaki yumuşak meyvelere dalıp gider, yönümü karıştırırım. Sonra sarhoş olurum, sonra ayılır ve sarhoş olmayı değil içmeyi sevdiğimi telkin ederim kendime, sonra kederimden yine sarhoş olurum ve yine ayılır, yine sorarım kendime, cevabımı tamamlamadan yine içmeye koyulurum.

Attığım taşın ürküttüğüm kurbağaya dokunması gerektiğini öğrenmiştim yıllar önce, şimdi ise, hedefi vuramamaktan dolayı kendime kızdığım için utanıyor, utandığım için kızıyor, kızdığım için utanıyorum...

…ki karaköy köprüsüne yağmur yağarken
bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
çünkü iki kişiydik…(cemal süreya)

Burada sorun “kibir”dir. Tüm birinci tekil şahıslarımla yüzyüze hemen hiçbirşeye ket vurmadan söz söyleyebilme şansımı, yeni birşeyler diyemeyecek olma ruh haliyle*** ezip geçtiğim zaman ya da diğerleriyle ve diğer ortamlarda (mesela e-posta grupları) atılan bir mesaja (ilişkiye geçtiğim halde) olumlu ya da olumsuz herhangi bir yanıt yazmadığım durumlarda içimde kabaran büyük olasılıkla kibirdir. Sonrası çorap söküğü gibi geliyor, zira; “söyleyecek sözü olan şimdi konuşsun ya da ebediyete kadar sussun” benzeri bir donma yaşanıyor çoğu durumda. Böylece kendi sesimizi ancak etraftan gelen yankılar sayesinde duyabildiğimiz için ses gelmediğinde sessizlik besleniyor, söz kaybediyor.


*** Bunun bence en tipik hali “nasılsın” sorusunda. “iyiyim”den daha parlak bir cevabı olmadığını düşünen birçok insanın bu soru cevap törenini teferruat olarak geçiştirmesi ihmal edilebilecek bir durum mudur? Halbuki kendine ait bir çok şeyi paylaşma olasılığı içeren böyle bir daveti bana kalırsa boş bir kibirle baştan savıyoruz birçok kez.

angelus novus*

0 yorum
"Klee'nin "angelus novus" adlı bir tablosu var. bakışlarını ayıramadığı bir şeyden sanki uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor: gözleri faltaşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir, yüzü geçmişe çevrilmiş. bize bir olaylar zinciri gibi görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket. biraz daha kalmak isterdi melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek... ama cennet'ten kopup gelen bir fırtına kanatlarını öyle şiddetle yakalamıştır ki, bir daha kapayamaz onları. yıkıntılar gözlerinin önünde göğe doğru yükselirken, fırtınayla birlikte çaresiz, sırtını döndüğü geleceğe sürüklenir. işte ilerleme dediğimiz şey, bu fırtınadır."

Walter Benjamin, Pasajlar

not: ayrıca oku: http://akildefteri-turkiye.com/arsivoku.asp?feox=41 ve üzerine düşün, zizek'i unutma...

* "
Yenilik anı, yeni oluşum, "Angelus Novus" -zamanı geldiğinde- birden belirecek. Bu yüzden bizim kuşağımız yeni bir anayasa inşa edebilir. Şu istisna ile ki, bu bir anayasa olmayacaktır..."
(toni negri, kurucu cumhuriyet)


çekidüzenle

0 yorum
ben cevap haklarını hep çok sevmişimdir, bir sürü cevap hakkım olsun, onları şöyle günü gelince tatlı tatlı kullanayım, gezdireyim orda burda... sonra hesabı da kapamam, bunları gene toplar, yıkar, ütüler, yerlerine kaldırırım, birgün gene kullanırım gerekli gereksiz.

birisi yazmadan ya da demeden de cevap hakkı yaratırım ben kendime, bazı arkadaşların birşey demesine bile gerek yoktur yani, ben illa yaratacaksam yaratırım kendi cevap hakkımı kendim kendime.

hatalıysam lütfen...

farmakolojik özellikleri

0 yorum
genç bakış diye birşey vardı tvde, dün maruz kaldım. abdüllatif şener vardı konuk, süleyman demirel universitasında konuklanmıştı. konuştu, saçmaladılar, saçmaladı, konuşamadılar. ama en azından bana eziyet haklarını kullandılar, aferim dedi babaları ve de anneleri eminim. kalktı 23 yaşındaki "höbölö" dedi sanırsam, oturdu 28'lik olan hönkürdü, ne dediler bilemedik. sonra gel vakit git vakit sızmışım. ama sızmadan beş önce kürsü diye birşeyin arkasına kocaman amcalar ve de aplalar çıktı. sonradan öğrendik bunlar öğrenci imiş... üzücü tabi.

telefona bağlandı bağıran bir adam. gazi babasını yad etti bana, şehit dedi, kutsal birşeylerden bahsetti, asmayıp beslemek kanına dokunmuştu, ada dedi, "o" dedi (ada? o? anladım gibi oldum), sonra yine gazi dedi, şehit dedi, iyi akşamlar dedi... bu arada süleyman demirel universitası talebeleri avuçlarını telefondaki adama feda ettiler, canları feda olsundu adeta. sonra erhanla ben bir ara birbirimize baktık, tvdeki akıl tutulmasının sebebini birbirimizin suratında arar gibi bön bön.

bön apetit

(6.11.07)

medley

0 yorum
bu yazı okunurken dinlenecek ( çünkü ben onunla yazdım): pink floyd, echoes, medley

ince ince ip ayıklar gibi, başka da bişeye yanaşmadan, kendince bir oyun oynayan bir adam oturağında. oturuyor mu? hayır bu kadar basit deil. pullarını kesiyor telaşla. doğruyor, ayırıyor, bıçağı kör, elleri kör, sigarası ilgisizlikten bitmiş, tükenmiş, bitap halde. ayağa kalkar adam, dururken öylece hepten terli duvara bakar, duvar terli adam sarhoş, sigara ölüyor, pullar yapış yapış, yanıyor duvar, yanıyor pullar, sigara sönerken adam pul yalıyor, pullar yanıyor, adam yalıyor pulları, kesiyor pulları, pullar kesiyor adamın dilini, adam yanıyor, sigara yanıyor, duvarlar sırılsıklam, pullar kesiyor dilini, konuşmayan duvarlar adamı yalıyor, adam, dilim dilim, masa duman altı, masa üstünde duman, altında pullar, duvar ıslak, sigara bitik, ama adam terliyor, bıçak elinin altında, eli ıslak adamın, sigara dilimliyor, duvarlar duman altı, sigara isteksizce yanıyor, sönüp duruyor pullar, adamın ağzı kan, adamın dili dilim dilim, bıçak adamın yanan elinde, pullar duvara yapışmış, duvarlar eriyor...

(bir aralar)

oyun

0 yorum
taş makası kırar, makas kağıdı keser, kağıt taşı paketler...

haysitdown!

0 yorum
ankara'nın valisi sandığım veysel eroğlu meer orman bakanıymış. hımm... "bak, ankara susuz kaldı mı? kalmaaaz... meslek sırrı, yüzde sıfır bile olsa kalmaz" buyurmuş. ne hoş insanlar var şu dünyada, hani gülsem gülerim, illa mendeburluk edeceksem döver rahatlarım, iyi ki gelmişim...

-meslek sırrı ayna sırrı gibi birşey diye düşünürüm, aynanın sırrı da bende aynacıların sırrı gibi çağrışım bırakır. sır dediğin, aynamız parlasın deyu camın ensesine onu bunu sürerken bulunan isli pisli birşey işte... amca sır demiş bir de, gizem katmış olaya-

eroğlu dediğin bir büyücü eloğlu...

boksör

0 yorum

faideli bilgiler

0 yorum
"disleksi doğuştan gelen gelişimsel ve travmaya bağlı disleksi olarak ikiye ayrılır. ... disleksi, gelişimsel okuma bozukluğu olarak da nitelendirilir"

annadım, nası oldu?

"travmaya bağlı"

annadım, şindi nasılsın?

"ikiye ayrık"

annadım. en güzeli...

böölece seni hiçbişi şaşırtmaz, ya da herşey şaşırıtır ya da her ikisi de ama buna takmazsın ya da takarsın ya da her ikisi de ama unutursun nasılsa ya da unutmazsın ya da her ikisi de ben iplemem nasılsa.

öptüüüm

günnerin topüğü-9

0 yorum
bir keresinde de balkonda karıncalara şeker vermiştim, çok sevdiklerini anlamış, yuvalarından içeri boca etmiştim kalanını. o günlerde şeker karneyle veriliyor olabilirdi, olsundu, benim tüm şekerlerim 5'ti bi kere.

(küçükken 3 yaşında olmak)
0 yorum



kimin çizdiğini not almamışım ancak müziği anımsamak üzereyim...

ısıkaybı

Fotoğrafım
yalnızlık ürpertmez, ürperten ısıkaybıdır.